29 Aralık 2010 Çarşamba

Taksicilere isyanım var! hala var! her gecen gün daha cok var!

Şu taksici vukuatları bitmez tükenmez hale geldi.

2 dertten muzdaribim sayın okurlarım.

1:
ben: aa iyi günler, tepebaşına gidicez lütfen. taksimden gidelim.
taksici : yok orası kilit.
ben : anladım. acaba çevreden mi gitsek.
taksici : orası da kilit.
ben : hmmm. peki ben vazgeçtim o zaman levent'e gideyim.
taksici : abla bu saatte o tarafa gidilir mi yaw! yok götüremem.
ben : e peki siz nereye götürürdünüz beyefendi? oraya gideyim ben isterseniz!!!??!^!!+^)((/!
taksici : ben sizi metroya bırakırım ordan gidersiniz!.

şimdi hal böyle olunca, adımız asabiye çıkıyor. hayır yani ben mi hata yapıyorum acaba? taksiye binerken evela kırk kere düşün, bozuk paran yoksa bozdur da gel, ayrıca trafikli saatlerde binme, bineceksen uzağa git, bi tur yap sonra yakına doğru gel ki sağlam para yazsın taksivi kar etsin...olme eşşeğim olme.... sen en iyisi taksi kullanma arkadaş diyesi geliyor insanın.

2:
taksici : alo, evet abi.... yatırdım abi. yok ki abi bende başka, salim abi de maaşını yatırdı şimdi... ne şimdi mi alıyosunuz ameliyata? geleyim mi? müşterim var. hemen geleceğim. (ama önce müşteriyi 45 dk lık yoluna bi bırakayım) ya abi sigortadan aldığımızlan idare edemiyor muyuz? e nolcak peki şimdi? hee, ameliyatı parayı yatırmadan yapmıyorlar mı? (bu sırada adam ağlamaya başlar) tamam abi ben bakıcam bi çaresine, az dayanın az dayanın nolur....

(telefon kapandıktan sonra)

taksici : abla bi sigara yaksam rahatsız olur musun? ahhhgg ugghhhh hıggggg bııkk cıkkk tıkkk....
ben : geçmiş olsun şöfor bey, kızınız mı?
taksici : yok abla, abimin kızı, bütün durak seferber olduk gene de denkleştiremedik. daha 4 yaşında yavrucak. nolcak bilmiyorum...
ben : abi dur ben de yardım edeyim sana üstümde para yok du şurdan çekeyim.........
taksici : allah senden razı olsun abla. allah sevabına bağışlasın.

bu son 1 sene içinde 3 kez başıma geldi.

1. de acemi saf yufka yürekli müşteri statusunde olduğumdan inandım... hatta durdum bankadan para çektim.. epey de bi para, ağlaya ağlaya verdim abiye...içimden de allahım inşallah kurtulur bir faydam olmuş olur yazıktır günahtır el kadar çocuğa dedim... bütün günüm o çocukcağızı düşünmekle geçti...

2. de sesimi çıkartmadım... senaryo aynı, oyuncular farklı. adam epey debelendi. sigara üstüne sigara yaktı. göz yaşı üstüne göz yaşı döktü. abi ben ineyim sen direk hastaneye git istersen yolum uzun dedim. yok abla biz yolcumuzu yarı yolda bırakmayız dedi devam etti ( o hani oraya gitmem kilit, buraya gitmem kilit diyen taksicigillerden olan bu arkadaş bu kez illa götürecek istediğim istikamete)

3. de bugün başıma geldi. aynı konuşma gene.... ay dedim çıldırcam...
taksici : işte hastane, ameliyat kızcağız yok para evet hay allah tüh tüh oh oh hüngürt....
ben : abi allah kurtarsın!

BURDAN TÜM TAKSİCİ ARKADAŞLARA SESLENİYORUM. LÜTFEN BÖYLE AHLAKSIZ OYUNLAR YAPMAYIN. BİR GÜN SİZLERDEN BİRİNİN GERÇEKTEN BİZİM GİBİ YARDIMSEVER, İNCE, SAF MÜŞTERİLERİN YARDIMINA İHTİYACINIZ OLACAK, YATSIYA KADAR YANAN YALANCININ MUMUNA KIMSE İNANMAYACAK, OLAN YARDIMA MUHTAÇLARA OLACAK! NASIL YAŞAYACAKSINIZ O VAKİT BU DURUMUN VİCDANIYLA MERAK EDİYORUM!

20 Eylül 2010 Pazartesi

Ya tutarsa...?

Yine çok tanıdık bir hikaye, oyuncular değişir, zaman farklıdır ama hikaye hep aynıdır ya bazen. İşte bu da onlardan biri...

Bir diyetisyene gidersiniz. Ne o, kendi kendine disipline olunamadığı için illa birisinin bizi tartmasına, kontrol etmesine, ne yiyeceğimizi söylemesine ihtiyacımız vardır. Oysa yıllarca dietle, kilo vermeyle uğraşmış biz uslanmar arlanmazlar, ne yememiz ve ne yemememiz gerektiğini gayet iyi biliriz. Ama yine de kontrol edilmeye ihtiyaç duyarız. Dediğim gibi disiplin meselesi.

Peki ya bu disiplin sırasında yaşananlar? Mesela gideriz diyetisyene, tartılcaz ya o gün, e besbelli o hafta da hafif kaçırmışız, moraller sıfırın altında, bacaklar hafif titrek... o tartıda kilo almamış çıkmak için çeşitli yöntemlere başvurulur.

1. o gün çok az yemek ya da hiç yememek (eğer akşam gidilecekse işe yarayacak bir yöntemdir. dokunacak diye su bile içmeyiz.)
2. randevudan 5 dk önce "ay çok pardon şey bi tuvalete gideceğim" diyip izin istemek ve tuvalette sanki alınan kilolar bir çiş sayesinde gidecekmiş gibi oturup beklemek...olur ya hani belki tutar diye.
3. üst baştan kilo hafifletmeye çalışmak önce kazak çıkar, bilezik küpe ne varsa önden çıkartılıp çantaya atılır, hatta kemer bile extra yazar diye düşünülüp önceden o da çantayı boylar.
4. ofiste beklerken size ikram edilen 1 bardak suyu bile reddetmek. olur ya hani 50 gr 50 grdır. ne olur ne olmaz.

"zaten ne kadar almış olabilirim ki? dengelemişimdir ohh rahatım." anlayışı bütün bu proses esnasında zihnimize bir güzel yerleşir. ama alt benlik naapsın. kandırıldığını anlar beyine "olm napıyosun ya, nası yedin bu uydurmacaları, yemişin besbelli kiloyu da almışsın, yaw pantolonun düğmesi kapanmıyo onu da mı sihirlü güçler yaptı?? inanma sen bunlara alooo şşşşşhhhh!!!

sonra o tartıya çıkılacak an gelir. boncuk boncuk terlersiniz (alt benliğin intikamı..)

hatta orda tartıda 1 kilo eksiltildiğini bile bilirsiniz (kıyafetten ötürü diyetisyenler bunu pek sık yapmaktadır. genelde çok öne çıkartmazlar ama sorarsanız da söylerler.) ama ona rağmen çıkan sonuçtan mutlu olmayınca "eh tabi kıyafet var, bugün kü jean'im de epey kalın kumaştan, bi etkisi olmuştur" diye geçiririz aklımızdan. Dietisyenler de moral vermek amaçlı mutlaka bir bahaneyle hazır beklerler : "ay vallahi inanırmısınız bugün gelen herkeste yağ fazlası çıktı, havalardan.!" - e geçen hafta da poyrazdan su fazlası çıktıydı. şişlik vardı herkeste...Nooldu? ne zaman düzelir bu havalar kardeş, yani zayıflıycaz ya hani, havaların düzelmesi çok mühim.

Bir de "gerçek kilonuz aslında xxx, ama siz su toplamışınız, saymayın onu, şimdi bu hafta gider o" olayı vardır. yaw gerçek kilom oysa bu kantarda yazan ne? e=mc2, H2o = su, 2x2=4.... ama tartıda çıkan gerçek kilo değil denince inanasımız gelir...ahh ahh...

inanmayınız, kendinizi kandırıp inandırmayınız diyeceğim ama ben çok mu farklıyım diye sorsam kendime... eh bunları yazdığıma göre bilmişliğim, bildiğime göre de yaşamışlığım var.
Herzaman aynı sistem, aynı kendini kandırma, inandırma bahaneler bulma durumları ve akıllarda hep aynı motivasyon:

Ya tutarsa..?

16 Eylül 2010 Perşembe

"lahmacunu napcam" durumu...

Mecburen başlığa kibarca yazdım... İsim vermeden aslında küçük olan, ama hayatımın çoğu zaman büyük parçası olmuş bir düşünme tarzının yaşanmışını anlatacağım sizlere...

Bir kaç arkadaş "erkek grubu" öğlenleri herzaman gittikleri ve lahmacununa bayıldıkları kebapçıya gitmek için randevulaşırlar, bir tanesi ise diyet yapmakta ve bu durumdan son derece rahatsız olmaktadır. "Ben gelmem kardeşim ne yiycem ben orda" diye sıkıntılanır. arkadaşları da "yaw nolcak tavuk şişi de muhteşem onu yersin pilavsız olur biter" diyerek destek olmaya çalışırlar ancak diyet yapan arkadaş ikna olmamıştır çünkü o "kebapçı" denildiğinde lahmacun, lahmacun denildiğinde o kebapçıyı benimsemiştir yılların getirdiği alışkanlık ve müdavimlikle...bu doğrultuda tepkisi çok nettir:

"e peki de lahmacunu nereme sokucam?"

bunu neden anlattım;

yemek yemekle sorun yaşayan herkesin mutlaka hayatında bir çok kez karşılaştığı bir durumdur. Diyet yapmaya niyetlenilir ama niyetin bozulması an meselesidir, bütün dünya sanki bir anda diyetin bozulması için elbirliğiyle çalışıyordur... mesela pazartesi diyete başlanır, alışveriş yapılır, hoop akşama program çıkar (halbuki bu gayet beklenebilir bir olaydır) ama insan şaşırır, sıkılır, eh şimdi bilmem nereye gittik şeysinden yemiycez de napcaz mantığı gelir, artık yarın telafi ederim düşüncesiyle o diyet olur neye niyet kime kısmet.

Sırf bu yüzden Mcdonald's larda salata olmasına karşıyım, kardeş oraya gideceksek o kocaman bigmac'i de yiycez diye gitcez yoksa mis kokusuna, muhteşem masa düzenine servisine hayran olduğumuz için değil. yemiyceksek de bi zahmet gitmeyivericez.

konu sadece yemekle alakalı da değildir, şu da olabilir; güneşe çıkması yasak birine
varsayalım alerjisi var) "yaw gel sen de nolcak şemsiye altında uzun kollu t-shirtünle oturursun bizi izlersin denize de girmeyiverirsin". yahu girmeyivereceğime gelmeyiveririm daha iyi değil mi, sıcakta kurdeşen dökücem alla allaaaaa...

veya; arkadaşlar hadi road trip ( bunu genelde ben derim bu arada, daha bi gün hadi yapalım diyen olmadı-fyi) "ben gelemem beni araba tutar" diyene ilk cevap şu olur, "yaw gel nolcak saçmalama dururum ben yolda miden bulanınca, sana söz gel bak çok eğlencez." kişi asabileşir "sen eğlencen, ben kuscam! delimiyim ben ya, ne işimvar aaa...araba tutar diyorum çok seferler çişim gelir bi dururmusun demiyorum." gibi gibi...

demiyorum ki herşeyden uzak kalınsın ama bazı durumlar da da görünen köy kılavuz istemez, bi cafeye gidilcekse her telden çalınıyor olacağından sıkıntı olmaz... ama kebapçıydı, hamburgerciydi denildimi işimiz pek zor. Bütün bu düşünceler, iş yerimin yakınına açıldığını henüz öğrendiğim dükkan burger'in masama sinsi düşmanlarımca özenle yerleştirilmiş magnetini görmemle beraber başladı...bunu işte ancak yaşayan anlar...ben mi nasıl başa çıkıyorum?

Daha da gitmem!

14 Eylül 2010 Salı

herşeyi aynı anda yapma sorunsalı...

Herkese aşina gelecektir, alınan kararlar diğer alınacak kararları da beraberinde getirir ya da çevredeki konunun uzmanları, 9 doğurmuş Osman anaları mutlaka fikir sahibidir, paylaşımcıdır, baskıcıdır, çoğu zamanda durum kaosa dönüşür...Mesela çok tanıdık bir örnek vereyim:

Rejim yapma kararı alınır, diete başlanır. sonra çevreden gelen şu tip tepkiler başlar:

- e spor yapmak lazım mutlaka anca ıkısı bır arada olur ( tamam guzel doğrudur yapmak lazımdır, yapanlar becerebilenler vardır, it's inspiring)

- tenis mi oynuyosun, şahane! mutlaka maçları da seyret iyice öğrenirsin. (evet tenis I love, maç seyretmek maybe not so much. pro olma niyetim de yok. zamanla sevsem seyretsem? uyar mı?)

- yalnız madem saglıklı yasamaya basladın su sıgara da artık bıtsın yahu ( çünkü sigarayı bırakanların kilo aldıkları hiiiç görülmemiştir!)

- fakat tabi sporu da öylesine yapmamak lazım mutlaka bir de shaping yapmak lazım. hani vücut şekillensin ( tamam tabi doğru haklı bir tespit ama bunca yıl spor yapmamış, rejim yapmaktan da pek hoşlanmayan bu sigara tiryakisi kişinin bir de alt bacak bileği inceltme egzersizlerine ne enerjisi kalır ne sabrı.)

- canım sen madem bu yola girdin, mutlaka şu life&co ya git haftada bir de ordan fasting yap, iyi gelir iyi ( yaw bi durun ama ya....!!!!)

- yemeklerini de mutlaka rafinera'dan istet, bak mutlaka bana çok iyi geldi. (evet doğru ama ben onun yerine kendin pişir kendin ye ya da annen pişirtsin yollatsın mantığını daha çok seviyorum. daha ekonomik oluyo naçizane!)

- haftada 2 gün muuuuutlaka masaja git bak çok işe yarıyo. hatta bi gün de mezoterapi. bak inanamıycan farka ( e bu da doğru da, şimdi haftada 2 masaj, bi gün mezo, 4 gün tenis, 3 gün gym....evlere şenlik... arada işe gitmeyi de ihmal etmemem gerek. artık sosyal hayatımı da seneye yaşarım nolcak.)

- valla süpper karar destekliyorum. (10 dk sonra) kızlar hadi öğlen abaralım burger söyleyelim...çok çalıştık bugün hak ettik..!! ( eh ben ne diyeyim artık bunun üzerine... )

Yoğun istek üzerine Zeynep İstanbul'da da yazmaya devam... adres aynı mecbur.

Sevgili dostlarım,

Şaka değil gerçek, bir çok farklı yerden "bloguna devam et" yorumu gelince havaya girdiğimi itiraf etmeliyim. Yazacak konu sıkıntısı hala üzerimde ama su yolunu bulur hesabı bunun da altından kalkacağımı tahmin ediyorum... Blogun adını değiştiremiyorum ama içeriği İstanbul semalarından artık rüzgar nereye götürürse oralara kadar uzanabilecek...Demedi demeyin...

sevgiler

1 Eylül 2010 Çarşamba

son yazı düşündürür, son yazı hüzünlendirir ama biraz da neşelendirir...

Buchinger maceramı 4 Gün önce tamamlamış olmama karşın, bir veda yazısı yazamadım bir türlü. Tam 2 aydır yaşadıklarımı hissettiklerimi yazıyorum, eh tabi "Loserville'de kös kös otururken, yapacak başka birşey yokken, oyalanayım da yemek düşünmeyeyim derken, herkesten uzakta herkese yakın olmaya çalışırken yazmak kolay tabi... malzeme de bol....

4 gündür düşünüyorum nasıl bitirmeli bu blogu diye...aslında Almanya faslı bitti ama macera henüz başladı...Yeni Challenge burda, İstanbul'da, güzel sofralara, gece içki sefalarına, evde toplandık take out yapalım durumlarına karşı dimdik durabilmek, kilo vermeye ve dolayısıyla kendini iyi hissetmeye devam edebilmek:

Gün 1-2-3 : Teknede maaile deniz sefası: Yemek Yemek Yasak Resort. (A.K.A "Nizamiye)
Patroniçe : Annem
Bilanço : kilo alınmadı bol yüzüldü spor yapıldı sanıldı...

Gün 4 : Ajansta ilk gün
Bilanço : TBA (gün devam ediyor so far so good)

Görüldüğü üzere şehir Überlingen olmayınca, resort Buchinger olmayınca, insan yanlız kalmayınca yazılan olaylar, kaptanın seyir defterinden farksız, sıkıcı oluyor...Bu blog da işte sırf bu sebepten bitmek zorunda kalıyor.

Bugüne kadarki yazılarımı okuyan herkese çok teşekkür ederim. Umarım keyiflerinize keyif katabilmişimdir. Şimdilik Zeynep Almanya'da macerası sona erdi.

Buchinger'den ayrılırken oradaki resepsiyonistlerin "Hope to see you again soon" demesi konusunda yorum bile yapamayarak, sizinle, Buchinger veya benzeri yerlerle ilgili olmayan, yepyeni maceralarda tekrar karşılaşmayı umut ederek bu blogu bitiriyorum...

Şimdilik hoşçakalın, sağlıklı yaşayın, huzurlu olun, mutlu uyanın, sevgiyle beslenin......

Zeynep

26 Ağustos 2010 Perşembe

I did it My Way...

And now the end is near
And so I face the final curtain
My friend I'll say it clear
I'll state my case of which I'm certain

I've lived a life that's full
I traveled each and every highway
And more, much more than this
I did it my way

Regrets I've had a few
But then again too few to mention
I did what I had to do
And saw it through without exemption

I planned each charted course
Each careful step along the byway
And more, much more than this
I did it my way

Yes there were times I'm sure you knew
When I bit off more than I could chew
But through it all when there was doubt
I ate it up and spit it out, I faced it all
And I stood tall and did it my way

I've loved, I've laughed and cried
I've had my fill, my share of losing
And now as tears subside
I find it all so amusing

To think I did all that
And may I say not in a shy way
Oh no, oh no, not me
I did it my way

For what is a man what has he got
If not himself then he has not
To say the things he truly feels
And not the words of one who kneels
The record shows I took the blows
And did it my way

Yes it was my way

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Writer's block

son günlere geldikçe yazacak birşey de bulamıyorum...gün sayıyorum, dakika sayıyorum ama yazacak birşey bulamıyorum.

Bu aralar 50'lerin 60'ların müziklerine sardım onları dinleyip ozamanlarda olmanın nasıl birşey olabileceğini düşünüp duruyorum..Johnny Cashler, wylon jenningsler, The Beatles, Roy Orbisonlar, Elvis ve niceleri hepsi o zamanlarda çıkmışlar ortaya ve müzik dünyasında bir çığır açmışlar. Hayatları hepsinin ayrı ayrı enteresan... hepsi bir arada ama hepsinde ayrı bir macera, bir hikaye... bilmiyorum neden çok etkilendim o zamanların dünyasından...bu aralar sadece bunu düşünüyorum...

Belki bir de dönünce hayatımda ne gibi değişiklikler yapacağımı...

Bazen de ne kadar şanslı olduğumu...

Dün bir kadıncağızla tanıştım burda. Mareka. Yunan asıllı ama Londra'da yaşıyor gençliğinden beri. Kadın'ın bir hayat hikayesi var ki Hollywood screenwrites halt etmiş. Ve bugün, onca şeyi yaşadıktan sonra Mareka hala burda ve bunları bize esprili bir şekilde anlatmayı başarıyorsa, zor hayat değil zayıf insan vardır demek geliyor içimden. (Doğal felaketler, açlık, sefalet gibi forcemajeur şeylerden değil özel hayatın getirdiği zorluklardan bahsediyorum aslında)

kadın 19 yaşında evlenmiş. Kendi ozamanlar aktris ve mankenmiş. çok güzel bir kadınmış. kocası da zamanının en beğenilen önemli kişilerinden biriymiş. Adam Marekanın peşinden aylarca koşmuş sonunda evlenmeye ikna etmiş. Hatta kendini 6. kattan atmayı bile göze almış Mareka için. fakat kısa bir süre sonra kadına çok kötü davranmaya başlamış. yeri geldiğinde dövmüş, zaman zaman aşağılamış küçük düşürmüş arkadaşlarının önünde. Fakat bir yandan da kadının gitmesine izin vermiyormuş. Manipulasyon olayı. ama bütün bunlardan daha vahimi, adamın 30 sene sonra ortaya ancak çıkan büyük bir sırrı varmış. Adam hem homoseksuelmiş hem de Pedofil...15 yaşındaki boyfriendine Marekanın sahne kostümlerini, mücevherlerini, peruklarını çalıp giydiriyormuş, hediye ediyormuş, akşam eve geldiğinde de erkekliğini ıspatlamak için kadını abuse ediyormuş. hatta bir ara bir psikolog ayarlayıp kadına şizofren ilaçları aldırtıp azkalsın ölümüne sebep oluyormuş. bütün bunlar ortaya çıktığında ve kanıtlandığında da kadının kapısında ağlayıp özür dileyip onu geri alması için yalvarmış. Meğer çocukluğunda babası tarafından tacize uğramış adam defalarca...

Mareka bugün tam 9 senedir ayrı kocasından ama henüz boşanmayı finalize edememişler. heyecanla onu bekliyor, özgürlüğünü istiyor. Ama buralara gelmiş, kendine bakmaya, kendini iyi hissetmeye, hayatın 50 sinden 60 ından sonra da devam ediyor olduğunu ıspatlamaya. Bütün bunları gülerek anlatıyordu dün... nasılsa geçt kurtuldum hayattayım atlattım diyor. artık beni daha fazla üzmesine gerek yok diyor. Taktir ettim. Güçlü kadınmış. Şimdi kafadan kontak havası var ama o da onun survival gear ı olsa gerek. Yadırganamaz.

Şimdi hayatını bir ghost writer bulup kağıda dökmek sonra da filme dönüştürmek istiyor. umarım başarır.

işte dün de bunu düşündüm...

Bugün, yarın ne getirir bilinmez. ama gelecek olan herneyse göreceği de var orası kesin.

.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Sevgili Güzin Abla

Sevgili Güzin Abla,

Neredeyse iki aydır Almanya'nın Überlingen köyündeyim. Evimi ailemi arkadaşlarımı çok özledim. Ama daha da ötesi yemek yemeyi çok özledim fakat burdaki gestapolar izin vermiyor. sence ne yapmalıyım?

Rumuz : Çaresiz.

Sevgili Güzin Abla,

Burada zırt pırt odaya gelip onu bunu bırakan nurse ler yüzünden bi güzel gündüz uykusu çekemiyorum. Artık sinir katsayım da mevsim normallerinin üstünde olduğundan elimden bir kaza çıkıp bir tanesini harcayacağımdan korkuyorum. Sence ne yapmalıyım?

Rumuz : Korkulu.

Sevgili Güzin Abla,

İnternetten indirdiğim filmler bitti, getirdiğim dvd ler bitti, burdan aldıklarım da bitti. TV de de arap ve alman kanalları var. Seyredecek birşey bulmakta zorlanıyorum. Ne yapsam yeridir?

Rumuz : TV freak.

Sevgili Güzin (artık samimi olduk sayılır, abla abiyi bir kenara bırakabiliriz)

sen gerçekten var mısın? hani yazıyorum yazıyorum ama pek bi yere varamıyoruz gibi geliyor bana. Kaç yaşındasın mesela, nerde oturuyosun? seni kim psikolojik otorite yaptı? hayır yani nerden çıktın nereye gittin nerde kaldın? Bilmek istiyorum. biraz da en anlat, sorunların var mı?

Rumuz : bir dost.

12 Ağustos 2010 Perşembe

yıkılmadım hayattayım...

Hayır, Mahsun Kırmızıgül şarkısı mırıldanmıyorum. "Fasting" programının ilk gününün sonunda hala hayattayım demek istiyorum.

Az önce akşam yemeğimi içtim. İçtim diyorum çünkü taktir edersiniz ki bu programda sadece sıvı tüketimi mevcut. Menü: Sebze çorbası. ( tanesiz tabiki, minestrone değil yani yanlış anlaşılmalar olmasın, ahh minestrone çorbası....off nasıl iyi giderdi şimdi...)Ablam çok iyi bilir, her bir lokantaya gidişimizde yurt dışında özellikle, "what is the soup of the day?" demeden menüye bakmam... Ailemin baba tarafının özelliğidir. Yemek öncesi çorba.. hmmm nefis. Dolayısıyla bu akşam yemeği çorba olayı benim için çok da kötü değil. en azından lezzetli geliyor. Eh miktara da alışacağım tahminen bir iki güne. 36 saat diyor herkes. hemen alışıyormuş vücut. Fakat tabi bende hafiiif baş ağrıları filan başlar oldu gibi şu dakikalarda. akşam erkenden güzel bir uykı çekersem bu günü de sağsalim atlatmış olacağız.

Aslında durum o kadar da vahim değil. Bugün güzel bir gündü hatta. Dünyanın çok küçük olduğunu kanıtlarcasına, bugün tanıştığım bir kız, Mısır'da Beymen'in buyerlarından biri çıktı. E benim kuzen Leyla da burda aynı işi yapıyor diye atladım ben hemen tabi. Henüz tanışmamışlar ama Leyla'nın ekibini çok iyi tanıyor dolayısıyla bana da "dünya ne küçük" demek yakışıyor. Kızcağız bana bir sürü de film verdi seyretmem için hardiskle... yaşasın, bir kaç günün filmi daha hazır beni bekliyor.

Yazacak fazla enteresan birşey yok bugün malesef. Eve dönmeye çok az kaldı. Çoğu çoktan bitti. Azın da azı kaldı...tam 16 gün sonra ordayım. Havaalanından geldiğim gibi Lucca'ya atacağım tabiki kendimi şüphesiz. bi sosyalleşmek bi insan içine çıkmak lazım. Burda göle karşı boş boş bakmak bir yere kadar. Öküz bile bir süre sonra trene bakmaktan sıkılıp otlamaya gidiyor. kaos özledim, trafik özledim, temiz havanın fazlası zarar bence biraz şehir havası özledim, gürültü patırtı özledim... Ayağımn tozuyla bi özlem gidereyim sonra tekrar "İstanbul şartlarında nasıl Zen olunur?" konulu çalışmalarıma başlayacağım. Önerileri olanların önerilerine de açığım.

Sevgiler...

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Fasting here I come...isn't timing ironic however?

Başlıklarım neden hep ingilizce bunu ben bilemem. Siz de bilemezsiniz. Kimse bilemez. O yüzden sorgulamaktansa "bırrrak dağınık kalsınnnn" havasında, öyleyse öyle tadında, ne yapıyorsa yapsın demek en doğrusu olur şimdiden uyarayım. Delidir ne yapsa yeridir de denilebilir.

Gelelim fasulyenin faydalarına.
Bugün Fasting'e başlıyorum. buralara kadar gelipte buranın en muhim treatmentını denemeden döneceğimi sanmadınız heralde? Valla ne yalan söyleyeyim ben sandım. düne kadar hiç niyetim yoktu. Sonra birden ne olduysa oldu...karar verdim.

Program şöyle gidecek eğer ben yarı yolda ayılıp bayılmazsam, açlık siniriyle elimden bir kaza çıkmazsa veya benzeri durumlar olmazsa...

Bugün meyve günü. sabahtan akşama her öğün koca bir tabak meyve. sadece meyve. ama koca bi tabak hakkaten. mesela öğlen yemeğimi sayayım sizlere: 2 dilim ananas, 2 dilim karpuz ( kucuk dilim tabi üçgen... bizimkiler gibi koca karpuzun koca dilimi değil. ) bir incir, bir kocaman salkım siyah üzüm. (toplam tane adedi ben diyeyim 20 siz deyin 30) bir koca mor erik ve bir kaç ufak cranberry (cranberry yaban mersinimidir öyleyse blueberry nedir tartışmasını burada açmıyorum konu çok uzar). Sabahki de buna benzer birşeydi. akşamda aynısından olacak...veee...yarın büyük gün.

Sabah kahvaltısı : çay
Öğle yemeği : meyve suyu taze sıkılmış.
Akşam yemeği : bir tabak çorba.

aralarda yoğurt ve bal var.

kısmetse bundan sonraki 9 günüm bu şekilde sıvı tüketimle geçecek. sonraki 4 gün de re-feeding period yani katı yemeklere başlama alıştırmaları, ufk ufak katımsı çorbalarla başlayıp patatesle devam eden bi menü olacak. sonra kalıyor 3-4 günüm. orda da bugüne kadar yaptığım gibi yapıp sonrasında vatana dönüş söz konusu...

valla benim için heyecan dorukta. artık sinir katsayım kaç olur, yorgunluktan yatakta tuvalete giderken bile yarı yolda uykuya mı dalarım ( tuvaletle yatagımın arasında 1,5 metre var.), yok efendim aptallaşırım söylenilenleri mi anlamam orası bilinmez ama ne demiş bilirkişiler;

"bindik bir alamete, gedeyoz gıyamete."

Hayatımda ramazanda bir gün dahi oruç tutmamış olan bir zat olarak, bu ay çerçevesinde Almanyalarda zayıflama ve sağlıklı yaşam uğruna bir başka çeşit oruça başkoyan yazarınız Zeynep'ten sevgilerle...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

I am sailing..across the...upppps... the lake.


Öncelikle blogumu sadık bir şekilde takip edenler için, dünkü "of ne yapsam" bulmacasının neticesi iTunes'u düzenlemek ve nintendo supermario oynamak oldu. iTunes'un yarısı bile bitemedi, supermarioda 2. world geçilemedi ve birde bakmışım ki gün bitivermiş...

Bugün ise güzel bir gündü diyebilirim. Saat 1.30 la 6 arası "Sailing" programı var katılmak isteyenler sabah erkenden başvursun diyen notu görünce bi heyecanlandım tabi... saat 1.30 da buluşma yerine gittim. tabi ben kendimi kaptırmışım sanki yılların yelkencisiyim, üstümde şortumsu bi eşofman, supergalar, t shirt, kapuşonlu sweat-shirt, bele bağlanan yağmurluk, gözlüker ve ipod... hazırım..Fakat ekip öyle değil tabi. katılımcılar yaşca tabi bana oranla epey "olgun". hani vardır ya, şehrin beyefendisi, kafasında şapkası, boynunda fuları, o amca da vardı. ya da mahallenin delisi, koca hasır şapkası, sırtında çantası ama evde onu bekleyen 5 torun torunu...Öyle bir ekip gittik tekneye. Tekne ahşap taklidi yapan, epey eski ama görünürde çok sempatik olan bir yelkenli. çok büyük değil, küçük de değil tahminen 14 metre civarı. tek direk.

Neyse meğer herhangi bir training durumu yokmuş, keyfe gelmişiz. ben de taktım ipodumu, gittim buruna ruzgara karşı yatıcam tam... pek rüzgar olmadığı ve bizim motorla gittiğimiz belli olunca ufak bir hayal kırıklığıyla oturdum oturacağım yerde.. bir saat sonra filan bi heyecanla koşuşturma başladı. teknenin sahibi amca "rüzgar cıktı davranın" dercesine yelkenlere sarıldı. önce ana direk (mendirek midir nedir adı valla bilmiyorum main direk??? ) sonra o öndeki 2 den bir tanesini de açtı... başladık yatmaya kenara doğru.. off keyifse keyif...güneşte tepemizde. gölün etrafında turlamaya başladık. fakat rüzgar durur motor gerekir benzin harcanır paracıklar gider korkusuylamıdır nedir koca gölü turlamak yerine olduğumuz yerde ufak gitgeller yaparak geçti koskoca 4 saat. ama bana o da yetti. bi keyiflendim, bi huzur doldu içime. abiler ablalar de memnun kaldı besbelli ama almancam yok hala anlayamıyorum ne diyolar...

şu anda yatağıma oturmuş sallanıyorum. en sevdiğim kısmı da bu. tekne gezisinden sonraki akşam mışıl mışıl beşikte sallanır gibi uyumak...

yarın ise buranın standartlarına göre sıradan bi gün, biraz spor, biraz terapi, bi tenis, bi doktorla randevu bitti tamamdır.

durumlar böyle sevgili dostlar. yeni bir hikayeye kadar sağlıcakla kalınız...

8 Ağustos 2010 Pazar

üşengeçlik diz boyu

Saatler, günler geçsin diye yapılacak onca şey varken, üşenmek, hiç birşey yapmamak ve tabi hiç birşey yapılmadığı içinde can sıkıntısından bayılma durumları...Bir kaç gündür durum böyle olunca, yapılabilecekler listesini tekrar gözden geçireyim dedim. belki birşeyler gözümden kaçmıştır:

1. itunes yeniden düzenle, isimsiz şarkıları isimlendir. iki farklı itunes'u birleştir "the ultimate" liste yap, playlistler oluştur... : şimdii... hadi bunu yapmak keyifli. ya sonra? bütün bunları yükleyecek kapastede bir ipod lazım. benim 16 GB ya 4000 sarkı sığmiii... bu bahaneyle yenisini de almaya kıyamıyiii...bu bahaneyle bu çalışmadan vazgeçiii..

2. resim yap : yapacak konu bulunamamakta. bulunsada beğenilememekte. beğenilse de kesin zordur becerilemeyecektir diye düşünülmekte...

3. e git biraz piano çal aaaa : yok ben almayayım. tıngır tıngır, sonra millet gelio ne çalıyorsun diye bakıyo, gel de anlat, eskiden çok iyi çalardım yada çalarmışım ya da galiba çalıyordum ama hatırlayamıyorum eskisi kadar da kolay gelmiyor. şimdi yeniden başladım... açıklaması, çalmasından da sıkıcı.


4. film seyret... onu zaten yapıyorum sürekli, bu listede olmasına gerek yok. default.

5. spora git : eh iki gundur hastayım spor yassaaaaaak. anca yarın eger ıylesırsem. geciniz.

6. odayı topla : giderken zaten mecburen toplıycam sımdı nasısa gene dagılacak neden toplayayım?

7. kitap oku : yok, ı ıhhh istemedim.

bu listeler booyle gider, bahaneler hiiç bitmez... sorun yapılacak şey bulamamakta değil, asıl yapmayı istediğini yapamayınca küsen çocuk olmakta. E hani büyümüştünüz hanfendi? 30 yaş ayakları falan? noooooldu???

ben iki silkelenip kendime geleyim...daha sonra vaktimi nasıl değerlendirdiğimi giriş gelişme sonuç olarak anlatacağım.

30 Temmuz 2010 Cuma

Haftasonu ne yapmalı?


Valla buralarda haftasonu, geçen haftasonu gibi özel bir festival durumu olmadıkça vaziyet oldukca banal. Ancak benim gibi yanlız seyahat etmekten korkmayan zatlar için, şehir dışına gidip kendini açken yapılmaması gereken çok tehlikeli bir aktiviteye atmak eğlencenin ta kendisi.

Evet, doğru tahmin ettiniz. Yarın sabahtan yola çıkıp kendimi Kontanz şehrinin en güzel alışveriş merkezlerinden biri olan Lago'ya atıyorum ve gücümün yettiği yere kadar alışveriş yapıp, açlığımı, istanbul'a ve ordaki hayatımın önemli kişilerine olan özlemimi bastırmaya çalışıyorum.

Bu hayatta bazı dikkate alınması gereken çok önemli dersler, söylemler vardır. mesela "acele işe şeytan karışır", veya "intikam soğuk yenen bir yemektir" ya da azimle s... duvarı dele" gibi... ben bunlara bir yenisini ekleyeceğimi tahmin ediyorum: "asla açken alışverişe gitme!". bunun ne kadar doğru olup olmadığını yarın akşam Konstanz donüşü vapurda gerçekleşecek olan "reality check with my self, how much did I really spend" sorgulamasında ortaya çıkacak. Söylentilere göre H&M'den tut, Zara'ya kadar herşey var orda....hmmmm CIVILISATION ROCKS! bakalım gorecegız. tabı oraya gıtmek ıcın once 45 dk vapur sonra 20 dk otobus sonra da ufacık bır yuruyus yapmam gerekecek ama değer mi? değer.
sonra Pazar da akşam Beatles tribute bi organizasyon var bu Überlingen şehrinde. şarkılar, fotoğraflar vs. ona gitmeyi düşünüyorum...Istanbul'da olsam İnception'u izlemeye giderdim... burda sinemalar almanca olduğundan onu da yapamıyorum.

bu arada, yorumlarını eksik etmeyen o çok değerli okuyucularıma teşekkürler! hayır yani nolur iki satır yorum yapsanız? okuduğunuzu bilir sevinirim diye mi korkuluyor acaba? :))) şaka bi yana tabiki söyleyecek birşeyiniz olmadığında yorum yazmak salakça oluyor. ama belki bir iki ufak gülen suratı esirgemezsiniz benden...

Rumuz: ilgi manyağı, A.K.A Elmira!!!! ha ha ha.

27 Temmuz 2010 Salı

En çok neleri özlüyorum biliyor musunuz?

tabiki ailemi, arkadaşlarımı evimi hatta işimi bile özlüyorum ama en çok özlediğim bazı anlar var ki tartışılamaz:

evimdeyim, ah evim güzel evim...akşam işten gelmişim yorgun argın, TVde güzel bir dizi... bir yandan tezgahın üzerinde büyük çavdar ekmeğinin arasına, ekmeklere özenle Amora hardal sürüp bir güzel hindi fümeleri, ince ince doğranmış domates dilimlerini, 2-3 iceberg salata yaprağı ve bir iki dilim de cheddar peynirini yerleştirdikten sonra, ortadan ikiye özenle kesilen sandviç hazırlığı, yanına koyulan Cheddarlı Ruffles da cabası, tabi bir de buz gibi Cola Zero... böyle dolaptan çıkmış, şişeyi açtığında çıkan pssss sesiyle beraber akıllara eski güzel cola reklamlarını getirten o içecek...onsuz olur mu hiç...diğer yandan başlayacak olan yeni bölüm dizinin heyecanı... tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra, bu güzel, muhteşem, leziz sandviçimi yerken, TV de dizimi seyrederken, güneş te tam batmış hava kararmışken, yorgunluk sebebiyle hafif üstüme çöken uykuyla beraber kendimi öylece bıraktığım anları özlüyorum...

ya da arkadaşlarımlayım... ahh güzel arkadaşlarım... havanın güzel olduğu bir cumartesi, uykusunu hala alamamış bir grubun Bebek'teki kahvaltı fasılları... Her seferinde "Bebek'ten çok sıkıldım", "artık başka yerlere gitmek lazım bu trafik çekilmez" gibi yorumların ardından, her nedense gene kendimizi kürkçü dükkanında bulduğumuz, Bebek Kahvenin o eşsiz simit/kaşarları, gözlemeleri, köy kahvaltısı, yumurtası eşliğinde, oranın en büyük masasında "daha gelecek var abi, sen tut burayı bize" diyerek başlayan...gelenle gidenle uzun uzadıya sohbetlere dönüşen o güzel hsonu kahvaltıları... ya da çook eski Happily ever after günleri.. orası henüz küçücükken, toplam 3-4 masa varken, her Pazar gidip aynı masaya aynı ekiple oturup aynı kahvaltıyı edişimiz, hiç sıkılmadan, muhabbeti eksik kalmadan, biraz etrafa bakınarak biraz da biz bize yeteriz havalarıyla cool takınan hallerimizle her Pazar'ın keyfi olan günler...ya da yine ekiple bir araya gelinen birimizden birinin evindeki akşam buluşmaları, dedikodu sefaları, dergi karıştırmalar, kılıklara kıyafetlere yorum yapmalar, durum değerlendirmeleri, komplo teorileri...

ve tabi, ailemle yenilen Pazar öğle yemekleri.. annemin şahane sofraları,tabiki tartışılmaz derecede lezzetli yemekleri, Defne ve Can'ın bağrış çağırışları, hatta bazen kavgaları birbirlerini öldürme girişimleri ve sonunda azarı yiyip köşelerine çekilmeleri, eniştemle babamın futbol, borsa muhabbetleri, iş politikaya gelince gerilen ortamın, yine çocukların herhangi bir sebeple araya girip ya annaneyi ya dedeyi kendi saflarına çekmeleri ile bölünmesi,... her seferinde tam bir kaosa dönüşen ama eşi benzeri olmayan bu Pazar yemeklerini de özlüyorum... en sevdiğim Pazar öğlen yemeği menüsünü saymadan geçemeyeceğim... pilav, (enişte özel istekte bulunursa domateslisi) köfte (izmir değil, Tuzla değil, annemin köftesi (aslında sanırım Sıdıka köftesi artık onlar), barbunya, yoğurt, çoban salata ( o da anne usulu, büyük domates parçacıkları, soğan, sirke ,tuz) ve tabiki Cola Zero (eskiden diet kolaydı bu, yazması da daha kolaydı, cola zeroya geçtim geçeli bi tuhaf sound ediyo) hatta bu menunun yanına, bazen, ama cok nadiren, eger sanslıysak ve de ben o gun hafif suzulmus gorunuyosam dolayısıyla yemeklerın tamamından bır mıktar yemem sıkıntı yaratmıyorsa, börek oluyor... boregın her turlusu guzel her turlusu muhtesem o yuzden o bır kucuk bonus olarak kalıyor aklımda hep.. ha pardon, mutlaka bır de semizotu salatası olur, o da anne usulu, az yogurt, bol pul biber, biraz da yag.. hmmmm nefis....

çok şey özlüyormuşum aslında düşündükçe. En son herkesten, herşeyden bu kadar uzak kaldığımda Üniversitedeydim.. ama orda vakit çok daha çabuk geçiyordu... gene özlüyordum tabi ama o kadar kendini hissettirmiyordu belki de. yada yaş ilerledikçe farklı değerler buluyor insan hayatında bilmiyorum...

şimdi ben bu yazıyı okusam, bu kız açlıktan yemek komasına girmiş onun hayalıyle yasıyo kendinden geçmiş izlenimi yaratır bende de... ama aslında yemek hayatımızın çok büyük bir kısmı değil mi? en güzel anılarımızda yemek mutlaka yok mu? bütün sosyal programlar yemek üzerine kurulmaz mı? en güzel sohbetler akşam sofralarında yapılmaz mı?

çok değil, 1 aycık kaldı. yarısı bitti yarısı kaldı... 1 hafta sonra çoğu bitti azı kaldı diyebileceğim... sonra geriye sayımlar başlayacak...

herkese sevgiler...

25 Temmuz 2010 Pazar

hoşluklar peşi sıra bu ara...


ey ahali... sonunda bu hafta kendime geldim. neden diye merak edecek olanlara anlatıyorum:

1. Cuma günü Tenis hocam, asistanıyla birlikte burdan bir başka kişiye benle aynı anda ders ayarladığı için haliyle tanıştık. Adı Kamal, Hint asıllı Dubai'de yaşayan bir arkadaş. düzgün iyi bi çocuk, 2 hafta daha burda dolayısıyla en azından ilk defa burda bi arkadaş edinmiş oldum... ama tesadüfün böylesi, kendisi Babson'da okumuş ve ortak arkadaşımız çıktı : Sinan Seferoğlu. çok güldüm... neyse tenis de superdi.. raket aldım sonunda kendime. ayrıca bindiğimiz taksi de türk cıktı... Almanya'dayız tabi çok da anormal olmasa gerek. ama insan gene bi kendini iyi hissediyor, bir aidiyet bir evden sana selam getirdim havası oluyor tabi...

2. bu hafta sonu Überlingen'in en iyi hafta sonusu çünkü festival var. Cuma akşam başladı: bir yaşı geçmiş alman grup cover şarkılar söylüyor, fena değildi ama butun aksam yagmur yagdıgı icin katılım cok azdı. etrafta cadırlara barlar kurulmustu. ben yagmura ragmen gittim 1-2 saat muzik dinleyip dondum... gayet guzeldi. ama dun aksam sahane bi cover grup vardı en sevdiğim eski rock sarkılarını calıolardı. üstelik bi gece evvel tanıstıgım bi grup la da beraber takıldık oturduk eglendik yani... burdaki en guzel aksamdı dıyebılırım. bu aksam da oldies night var ki daha da guzel olacağa benziyor en azından benim için.

şimdi asıl komediye geliyorum: burası normalde saat gece 23.00'te kağıları kapıyor ve doktordan izinli night pass in yoksa içeri giremiyosun. ben tabi bunu unutup gece eve 1 de dondugum için kapı duvar kaldım. ne telefona bakan var ne kapıyı duyan.. delircektim. yarım saat kapının onunde kalakaldım. alımdan sabah 5.30'a kadar kapı onunde bi kuytuda uyumak bile gecıodu... Yeni arkadasım Kamal'in telefonu da yoktuki arayayım gelip kapıyı açsın... neyse sonra aklıma taksı duragını aramak geldı belkı bılıyolrdır alısıklardır dıye... taksıcı bana ne desın "ahahaahahah shame on you shaaame oon yoıuuu! ahahah" baya alay ettı herıf. neyse ben hallederım dedı adam... bundan 10 dk sonra da yatagından yenı kalkmıs bır nurse geldı kapıyı actı. kendımı yurttan kacan ogrencı gıbı hıssettım. kadın bana oda numaramı sordu fılan sankı yarın ceza yıyecekmısım gıbı... bende utana sıkıla ozur dıledım odama geldım ve uykuuu..

ekte festıvalın ılk gununden bır foto goreceksınız, dun aksam cekmeyı unuttum kendımı muzıge kaptırmısım... bu aksam yenılerını cekecegım...

21 Temmuz 2010 Çarşamba

town da bir başka gece...

bu aksamın menusu o kadar kotuydu ki burda yemek yerıne gene kaçtım towna indim. her zamanki yer, her zamanki menu : rumpstake with green salad on the side.. bu kez ancak barda yer vardı. tabı dayanamadım yarım bardak bol buzlu roze ile ufak bir kaçamak yaptım. bitirebildin mi derseniz nayn, ayıptır söylemesi vücudum öyle alışmışki organik sağlıklı yemeklere, 4. yudumdan sonra ufak bir buzz oluştu. hoşuma gitmedi değil ama mide kaldırmıyor tabi. kibarca hesabı ödeyip kalktım. netice:

güzel bir akşam yemeği 15 Euro
Bir kaç yudum güzel bir italyan roze si 3 Euro
taksi git gel 11 Euro
yaşanan mutluluk ve huzur : Priceless!

Me, likey...

18 Temmuz 2010 Pazar

beklentiler...

uzun zamandır yazmıyordum. yazacak birşey bulamıyordum belkide. günler burda hep aynı, çok fazla enteresan birşey olmuyor. arasıra bazı garipliklerle karşılaşmıyor değilim, mesela yeni gelen kadın'ın ingilizceyi zar zor konuşan garson kızcağıza 2 gün boyunca ingilizce kendisine özel peynir verişmesi gerektiğini, normalinin dokunduğunu anlatmaya çalışması ve 3. gün sular seller gibi almanca konuşması,ve o gunden berıde alman garsonla almanca anlasıyor olmaları... garip. Ya da mesela her sabah hemşireye kendini saat 7-8.30 arası gosterip tansiyonunu olcturtmezsen kendisinin seni arayıp cocuk azarlar gibi "neden gelmedin, yarın mutlaka gelmelisin!" diyor olması... garip. Ama bütün bunlardan daha garip olan şey, beklentilerimin çok daha altında bir performansla ilerliyor olmama rağmen, dönüşümde gelmek istediğim kiloya, fiziğe ulaşmamın çok mümkün olmadığını anlamış olamama ve bunun beni bir hayli üzmüş olmasına rağmen gene de burayı seviyor olmam.... garip. buranın sessizliğini seviyorum, sakinliğini, huzurunu. Alıştığım o hızlı, gürültülü, heyecan dolu bir o kadar da karmaşık, aynı zamanda eğlenceli hayattan çok farklı burası. odamın penceresinden göldeki yelkenlilerin birbirlerine çarpmadan nasıl ahenkle hareket ettiklerini seyredebiliyorum bazen dakikalarca, ya da her ogunumu tek basına bir masaya oturup yıyor olmama ragmen sıkılmadan pecetemı kucagıma koyup etrafıma bakarak huzurla getirecekleri bir sonraki tabagı bekleyebiliyorum sabırlı bir şekilde. Sanıyorum burasının bana kilo verdirmekten çok daha öte, gözle görülmeyen ama hayatımın burdan sonraki her adımında bana fayda saglayabilecek etkileri olacak. bunların ne olduklarını bugünden bulup yine bir beklenti içine girmektense, bunları yaşadıkça birer birer keşvedip tadını çıkarmayı ve her seferinde bana bu imkanı verenlere teşekkür ederek, her geçen günü değerlendirmeyi tercih ediyorum. burada alacağım tek karar bu olacak. diğer herşey günün getirdiği ayrıcalıklardan ibaret...

sevgiler.

13 Temmuz 2010 Salı

yurdum insanı gene iş başında...

Burada tek bir gürültülü topluluk var o da Türk aile ve onlardan bağımsız gene bir Türk kadın.

şu anda Buchinger hayatında ilk defa gürültü bağrış çağrışa şahit oluyor, o da burdaki Türk ailenin çocuklarının havuzda oyun oynaması, "anneee bababaa hadi siz de gelin" diye bahçenin öbür ucuna bağırması, bu aileden bağımsız adını bilmediğim diğer Türk kadının "cemreeeeeeeeeeeeeee nerdesiiiiiiin" diye balkonundan avazının çıktığı kadar bağırması...

Ama tabi, kim tutar bizi biz Türk'üz, söz dinlemez başımıza buyruk yaşarız, severiz ama pek saymayız, medeni geçiniriz ama medeniliğin kılık kıyafetten ibaret olduğunu sanarız...
bağırın yavrucuklarım sesinizin yettiği yere kadar bağırın çağırın, kim tutar sizi....Hoooppp!.

11 Temmuz 2010 Pazar

Neye niyet kime kısmet...

Dün, 15 günü ardından, ilk kez et yemeğe şehre indim... En güzel elbisem, en güzel sandaletlerimle, en romantik halimle filmlerden bir sahne yaşarcasına yürümeye başladım. Hedefte güzel br yerde oturup "yanlız, gizemli kadın" rolünü oynayacaktım. Belki bir gizemli prenste hangi diyardan geldiğimi merak edecek yanıma oturacaktı...(Çok fazla film seyretmenin zararları ders 1: gerçekle hayal dünyası arasında git geller yaşama...)
Önce bu sahne için "perfect setting" olacak restoranı bulmak için tüm townu bir kez dolaştım. Dünya kupası 3.lük maçı nedeniyle heryer epey kalabalıktı. Tüm restoranlar TV lerini açık alanlaa kurmuşlar, sanki açıkhava sinemaları sokağındaymış gibiydi heryer. Ozil formalarıyla almanlar en baş köşelerde yerlerini almışlardı. Tüm inceleme ve araştırmalarımın neticesinde kendime en uygun bulduğum, menüsünde de en güzelinden bir bonfile olan, göl kenarı bir cafeye, 4 kişilik küçük bir masaya garsonun yönlendirmesiyle tek başıma oturdum. Garson ingilizce anlamamasına rağmen çok iyi anlaştık. "A steak please, uuummm this here, see.. steak... and ummm nothing on the side, no patataoes, nothing, see I am on a diet, so pls only salad. small salad. light dressing, hmmm no oil... see? oh and aa diet coke, big, with ice...thanks.."adam gülümsedi. yemeğimi heyecanla beklerken filmlerde hele hele benim bu kafamda canlandırdığım sahnede olmayacak şey oldu. Bir ana-kız (Alman) yanıma yanaşıp sandalyeleri göstererek bişiler dedi, ben de sandalye boşmu diyer diye tahmin ederek yess dedim, meğer oturabilir miyiz diyormuş, bir anda benim romantik film setimde iki extra figuran oluşuverdi. biri sağıma biri solma oturdular geniş geniş... bu da yetmezmiş gibi bir de üstüne kendilerine oküz porsiyonu 2 adet mantarlı fettuchini söylemezler mi? ben orda milim mlim keserek bonfilemi yemekten sonsuz keyif almaya çalışıyorum, bitmesin diye uğraşıyorum, kadınlar onumda ağızlarından kreması aka aka makarna yiyorlar, bir de ortaya büyük kallavi bir salata. birer de kocaman bira... buzzz gibi... şapırdata şapırdata yiyorlar. çektiğim eziyeti bi ben bilirim birde halden anlayan zavallı garson. adamcağız yanıma gelim kaş gözle herşey yolunda mı diye sordu. bu saatten sonra yapacak birşey yok bu da yukardakinin bana bi testi heralde diyerek yemeğimi yemeye devam ettim. emekler boşa gitmesin diye tahminimden daha büyük gelen etimin bir kısmını tabağımda bırakarak, küçük ve acı bir espresso sonrasında olay yerinden uzaklaştım. biraz daha dolaştıktan sonra odama geri döndüm.

herşeye rağmen etimi yedim, diet kolamı içtim, rahatladım:) Aftermath : Goal achived minus one prince charming approaching the romantic, misterious girl from other lands.

P.S: Tabiki bütün bu hayaller çerçevesinde ortalıkta dolaşırken rastladığım, arka camında "Sivaslı 58" yazan ve içinde Hadisenin Düm Tek Tek adlı şarkısını bangır bangır çalan arabada gecemin tuzu biberi oldu. Ah memleketim ah...

9 Temmuz 2010 Cuma

Bodense / überlingen işte böyle birşey....

Überlingen şehri sahili
odamdan bir manzara
odamdan daha zoom bir manzara
überlingen sokakları
überlingen küçük iskele

8 Temmuz 2010 Perşembe

guilty by association!

Bugün cok onemli birseyi farkettim. Yemek yeme aliskanliklari kesinlikle yemek yerken yapilan aktivitelerle birebir tekerrur ediyor. ben sahsen, sabah kahvaltilarimi iste bilgisayar ekrani karsisinda, oylen yemeklerimi gene bilgisayar ekrani karsisinda, aksam yemeklerini de eger evdeysem tv karsisinda yerim hep. ayrica sokaga cikarsam dolasmaya alisverise mutlaka bi yerden bisi alirim eger aciktiysam, eve gidip yemeyi beklemem dogrusu (3 yanlisin 3 dogru goturdugu durumlar)

burda da en cok aclik hissettigim zamanlari hep aksamlari olarak belirlemistim, sebebinin de aksam az yemek yiyoruz diye dusunmustum ama dun farkettim ki, ben aksamlari odamda tv seyrediyorum, gunun geri kalaninda ise spor, aktivite, treatmentlar veya kitap okuma var. tv yok. Dun de town da gezmeye gittim, 2 saat dolastim kendimi bisey yemekten zar zor alikoydum, baktim olucak gibi degil aynen geri dondum riske atmadan.

demek istiyorumki, hayatta birbiriyle iliskilendirdigimiz Pavlov vari islevler muhakkak bilincaltindan bizlere cok ikna edici bir sesle bagiriyor. dolayisiyla eger bir aliskanligimizdan vazgecmemiz gerekiyorsa, o aliskanliga ortam saglayan diger faktorleri de dusunmeli ve hayat tarzimizda ona gore degisiklikler yapmaliyiz diye dusunuyorum. mesela sigara bile benim icin bu tarz bir aliskanlik. buraya geldigimden beri 1 tane bile icmedim icmek de istemedim cunku etrafimda icen yok, icki yok, mcdonalds gibi arkasindan canim sigara cekiyor diye hemen sigaraa cakmaga sarildigim yemekler yok... demekki bu aliskanliklarla zamaninda sigarayi iliskilendirmis ve ona gore kendimi programlamisim. en azindan ben oyle dusunuyorum. denemekten zarar cikmaz...

peki cozumu bulduk belki ama yapmasi kolay mi? ben acikcasi tersten gitme taraftariyim. yani fazla tikinmamak icin tv izlemeyi, gezmeyi kesmektense (bu kolay ve kisa yol olurdu) normal ogunlerimi mutlaka tvsiz, bilgisayarsiz ortamlarda yapmaya, eger alisveris / gezinti icin sokaga ciktiysam sadece ona konsantre olup araya yemek sikistirmamamaya ozen gostermeye calisacagim. bir muddet bu sekilde bir aliskanlik olusturursam eskisinden bir miktar da olsa kurtulabilirim diye dusunuyorum.

neyse denemesi bedava, umarim this is at least a beginning of a break through. arkasi yarin...

sevgiler...

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Bilgisayarim sizlere omur....

su anda sizlere, Buchinger'deki yegane bilgisayar olan, Q klavyenin yandan yemislisi bir PCden sesleniyorum. 2 gun once hersey gayet tikirindayken bir anda pufff, bilgisayar kitlendi ve bir anda gitti. tabi aninda istanbul sevgili Works ajansimiyin dahi IT cisi Barbaros arandi olan biten ve cikan isaretler tarif edildi ama oda gecmis olsun dedi.... buranin IT si de bakti... reaksion ayni... Benim Macbook'un diski sizlere omur. Ayni SATC de Carrie'ye oldugu gibi. icindekileri henuz backuplamistim dolayisiyla ona uzulmuorum ama bilgisayarsiy kalmak beni benden aldi. Neyseki yarin babam istanbul'dan naciyane kendi muhtesem bilgisayarini bana gondermeyi teklif etti... baya mutluyum cunku onda en yeni en muthis mac var... so everything happens for a reason dersem cok mu kotu olur?

neyse bu sebeple birkac gun yazi yazamayabilirim cunku taktir edersiniz ki bu ne klavyesi oldugu belli olmayan klavyede epey zorlaniyorum...

ama klucuk dipnot: tenis'e basladim ve de piano derslerine basladim yine yeniden:))))
operim.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

sanıyorum rezervlerimin bittiği an bu an

Evet ve beklenen an geldi. Açım...
henüz akşam yemeği yemiş olmama rağmen açım. Sanıyorum bugüne kadar, buraya gelmeden evvel özenle depoladığım rezervlerden kullanıp açlığı çok fazla hissetmiyorum. gelmeden önceki bir çok "last supper" mantığındaki burgerler, kekler pastalar sonunda tükendi. Bugün annemlerle skype yaparken bahsi geçti: burda hiç et yemiyoruz. yani 1 haftadır ne et, ne tavuk ne balık...ah şimdi bir filet de boeuf yanına patates kızartması istemez mi insanın canı? ama dayanıcaz yapıcak birşey yok. Daha çok var diye bakmaktansa bir haftası bitti bile diye bakmayı tercih ediyorum. it's all good.

Burda çok fazla olay olmuyor anlatılacak. en enteresan kısmı verdikleri yemekler, vermedikleri yemekler ve ikisi arasında sıkışıp kalan zavallı bizler. bunun dışında olay sessizlik sakinlik ve tabıkı huzurdan ibaret. No complaints there my friends...not like I was such a social butterfly back at home for the past few months... (neden ingilizce, I don't know)

Çok ilginç kurallar var, cep telefonu ile konuşmak odanızın dışında yasak. odadaykende camlar kapalı olmalı. total silence. heryerde de lütfen şushhhhunuzzzz posterleri var. sanki konuşunda kalori alıyoruz.

Ya da mesela resim atölyesine normal workshop saatleri dışında gidebiliyorsun anathar veriyorlar ama malzemeler dolaplarda kilitli. onun anahtarı verilmiyor.

Peki "doğru sauna kullanmanın" 2 saat sürdüğünü biliyormuydunuz? illustratif bir şekilde, dağıtılan kağıtlarda yazıyor. önce 15 dk oturun, sonra yatın, sonra zımbırtıya su dökün, sonra yatın, sonra bir daha dökün sonra oturun, sonra duş alın sonra bekleyin sonra çıkın: 2 saat... bana lütfen hayatı boyunca sadece bir kez bile olsa bu şekilde saunaya giren ve çıkan varsa buraya yazsın. çok merak ediyorum... kimin günde 2 saat sadece saunaya ayıracak vakti var ki ? hmmm galiba şu anda benim var. neyse. geçelim.

Burasının arap kaynadığını daha önce belirtmiştim. hepsi modern ortadoğulu arkadaşlar... idi... şu anda görebilidğim kadarıyla toplam 6 tane sıkma baş, 1 tane de yarım kapalı var. bugünkü öğlen yemeğinde kendimi Kabe'de hissettim. Herhangi bir politik veya dini bir yorum yazmak istemiyorum. Just stating the facts. gerisi sizin hayal gücünüze kalmış.

Yarın pazar... günüm bomboş... şehre inip bir gezeyim diyorum...değişiklik. Belki yelkenlisiyle beni bekleyen bir yakışıklı bulurum da gölde iki tur atarız. :))))


Gute Nacht, liebe Freunde...


1 Temmuz 2010 Perşembe

inhale, exhale...

Bugün hayatımın gelmiş geçmiş en sportif günüydü bence. sabah köründe kalktım sağlıklı yaşayan insanlar gibi. güzel bir kahvaltının ardından önce 25 dakika stretching, sonra 25 dk gymnastics sonra 25 dakika back stretching sonra 50 dakika thai massage ile stretching.... sonra bittimmm. ilk stretching dersinde aman kolaydır nolcak alttarafı esniyorsun diye girdim, sucuk olup cıktım, yetmedi sonrak, gym dersinde baya ayrobik yaptım... hani eskiden tv de mor tayt üstüne mavi mayolu sacında bantlı kadınların yaptırdığı cinsten. zıpla zıpla imanım gevredi, bi 2,5 ton ter de orda attıktan sonra dedim sırtım cok agrıyor bari sırt egzersizlerini de yapayım bitsin zaten sonra masajım var.  Fakat tabi birincisi hiç alışık değilim bu kadar yorulmaya, back stretchingde bir ara gözlerim kararıyordu, ama yılmadım her hareketi hakkını vererek yaptım. valla yaptım. ikincisi Thai massage sandığım gibi "oh yan gel yat biri de seni mıncıklasın rahatla" masajı değilmiş. yere mindere yatıyosun eşofmanlarında, adamın teki tüm vücuduyla senin üstüne çıkıp kolunu bacağını kırarcasına esneme hareketleri yapıyor. "canım acıyor" diyorsun "yess yess everybody hurts" diyor," ölüyorum be adam kill me now" diyorsun, "I know, its goood şöönnn şöönn" diyor... en son belimin üstünde yürürken allah dedim gitti bel, işin yoksa şimdi uğraş hastanelerle ameliyatla, kırıldı yani başka yolu yok....derken oturabilirsin dedi. o an sandımki bu sefer omuzlarımda amuda kalkacak adam. amaa onun yerine bir masaj yaptı omuzlara ve boynuma, yok böyle bişey, değermiş dedim kendi kendime ve kelebek gibi çıktım ordan...

bir farklılık daha bugün havaların güzel olması şerefine yemek açık büfe ve dışardaydı. "havalar 5 gündür 1800 derece anak bugün mü dank etti" diyecektim, atmasınlar beni burdan diye sustum. fakat rejim yapmaya çalışan insanlar için açık büfe baya bi challenge. ilk önce kibar olayım dedim ilk tabaga salatalardan koydum, kibar kibar yedim. ama gözüm patateste krepte. planda ikinci tabakta da salataya yuklenıp dıgerlerınden de tepeleme bir kucuk dagcık olusturup son 5 gunun acısını cıkartmaktı kiiii, tam sinsice sıraya gırdım doktor kadın şöyle dedi" tabagınızın yarısı sebze yarısı diğer yemeklerden olacak, eğer sebzeleri yediyseniz sadece bir parça krep alın!" şimdi, patates sebzemii değil mi? ay bir de beni kreplere doğru yönlendirmez mi, kaçtı patatesler. yoktu öbür tabağımda patates frolayn diycem ama korktum tabi helgadan, krepe razı geldim. krep dediğim de kepekli krep içi salatalık. ama ne yalan söyleyeyim güzeldi, afiyetle de yedim. bir iki 90 yaşında arkadaş da edindim o esnada (masa paylaşmaca). 
Sonra da doktor randevum vardı. test sonuçlarım gelmiş. hepsi gayet iyi dedi. sadece sanıyorum buraya gelmeden önce son 3 gün şekere dayanmışsın dedi. adam münecim... nerden bildi benim yediğim starbucks berlinerleri, kekleri muffinleri... tabi rezerv yapmak lazım açlık geliyor içgüdüsüyle son 2 gün ne bulursam yedim. Bunu da burda itiraf ediyorum baylar bayanlar. "benim adım zeynep karabeyoğlu ve ben bol kalorili birşey görümmü affetmem."

bütün bunların dışında iyiyim, biraz baş ağrısı çekiyorum ki normal diyorlar, geceleri de zor uyuyorum ama genel anlamda iyiyim. Durmak yok yola devam...:) (ha evet kilo da veriyorum pek şahane şekilde izninizle)

29 Haziran 2010 Salı

seventeen again...

buradaki hayat tam bir yazokulu havasında olmaya başladı. sabah kalk, ahaliyle kahvaltı et, sonra bilimum aktivitelere katıl, art classes and such...eski yaz okulu günlerim canlandı kafamda. ilki Main Teen Camp idi. en güzeli de oydu zaten. Main'de ağaçların içinde klübelerde kalmak...Such a movie scene it was. sonra RISD, en cool olan yaz okulu da oydu. bütün artizanlar, uçuk kaçık tipler. en sonuncusu Choate ise tam evlere şenlikti 36 Türk ortalığı birbirine katıp gelmiştik. Kısaca burayıda "olgun insanlar kampı" olarak değerlendirmeye karar verdim. 

Herkes merak ediyor ne yiyorum ne içiyorum diye, kısaca onlardan bahsedeyim. öncelikle en çok merak edilen şeyi açıklıyorum: Evet, açım. en azından şu dakikalarda açım. 
ama yediğim yemekler gayet lezzetli ve yerken doyurucu, fakat ara öğün yok dolayısıyla o standart alıştığımız, 5 badem,  sınırsız yeşil erik, 25 kiraz, iki ceviz, bi tost+ayranlı günleri çok özlediğimi itiraf edebilirim. biz ne de çok yiyormuşuz meğer diyet yaparken. o beş badem varya o beş badem, şimdi burda olsa nasıl da özenle yerdim. insan bazı şeylerin değerini kaybedince anlarmış. 

şaka bir yana, gerçekten yemekler çok güzel. sabah malum meyve püresi/müesli (yalan topu topu 2-3 kırıntı müesli var içinde), bir ince dilim wasa ve üstüne sürecek ya peynirimsi bişey (yoğur kıvamında) yada reçel püresi tarzında birşey. 

sonra odaya bir meyve getiriyorlarki bu verdikleri tek ara öğün. sonra öğlen baya 3 course yemek var, salata+ana yemek+tatlı. genelde bulgur, patates, sebze gibi yemekler oluyor. tatlılarda küçük porsiyon ama baya güzeller. 
akşam yemekleri 2 course, ya salata ya çorba ile başlıyor sonra da sebzeli bulgurlu yine bir ana yemek. pek şukela:)

bugünün highlightı ise resim dersiydi. ders denemez workshop diyelim. universiteen mezun olduğumdan beri doğru düzgün ne resim yapıyorum ne çiziyorum. bugün de bunun ceremesini çektim. unutmuşum. elim alışkanlığını kaybetmiş. ama fırsat bu fırsat bu işe de el atacağım. boş vakitlerde artık istikamet resim atölyesi. 

bugün hakkında yazacak daha enteresan birşeyler yok malesef, sırf blogu canlı tutmak adına yarın tree climbinge gitmeyi düşünüyorum:)

sevgiler...

28 Haziran 2010 Pazartesi

Buchinger'de bir tam gün...

sabah erken kalkmak benim için büyük mesele... her ne kadar erken yatmış olsam da... özellikle perdeleri açık yattım gün ışığı girsinde uyuyamayayım diye ama nafile... neyse hemşire randevusunu kaçırdım tabi. sonra kan testleri vs... ama sonra, kahvaltıya gidince herşeyi unuttum. masamda oturmuş acaba bu öğün ne var diye beklerken, gelen yemekle baya bir nostalji yaşadım. en son 3 yaşında yediğim bir şeydi bu. en azından yemişimdir. "meyve püresi".

yanlış anlaşılmasın tadı şahaneydi, hatta merak ediyorum neden artık bebek değiliz diye güzel yemeklerden vazgeçmek zorundayız. mesela cici bebe, bebekken sütle ezip yerdik, e sonra? artık dişimiz var diye yumuşak yemekler yasak mı? I want my cici bebe back... 

bugun tembellik günüydü gene. biraz havuz, biraz gezint, çok uyku, azıcık yemek, biraz tv, biraz kitap. ah bir de süpper bir masaj. 


tavsiye edermisin diyen arkadaşlarıma, henüz çok erken olmasına karşın ilk izlenim olarak "thumbs up" diyebilirim. gelecek olursanız ben burdayken gelin de her öğün tek başına yemek yiyen looser imajımı sileyim bari.

yarın resim dersinde bi show yapmayı dusunuyorum gerçi :) peki ya rüya görmezsem? ne çizeceğim? uydur gitsin! "şey beni köpekler kovalıyordu, ayrıca sonra bi yerden düşüyor gibi oldum, bir de ben ben değildim başkasıydı sanki, evdeydim ama başka evdi sanki, son olarak bir de ışığı gördüm.....:))))"

bugünlük bu kadar, öpüldünüz..

27 Haziran 2010 Pazar

Az önce Dr. Kuhn ile randevum vardı. Tipik bir alman, uzun boylu, ince, bembeyaz saçlı ve epey ciddi. standart bir muayene olduktan sonra,biraz da sohbet ettik. stresimin sebepleri, nasıl arınabileceğimi kısaca anlattıktan sonra genel bir plan yaptık. 

rule number one: take it easy! juuuusst relaxx....
(zaten o amaçla geldik, ee başka?)

rule number two: don't jump on your knees much, w,th this body, you will hurt yourself! (haydaaaa, amman dikkat dizlerin kırılır vücudunu taşıyamaz diyor alman hoca, hafif sporlar seçmeliymişim, cardio, yuzme gibi, eh peki buna da tamam, paradiving yapacak değildim zaten)

Diet meselesi : günde 800 kalori diyeti öneriyor, şu ilk aşamada fasting yaptırmayacakmış, oley oley dedim ama sonra panik tabi 
- ıı, sir, will I loose the same amount of weight either way? I mean I want to loose a lot of weight, a lot, I mean a lot...and of course to get in shape, and to relax, but sir, I want loose weight. 

Dr. Hans, ay pardon Kuhn eliyle "shhhh" isareti yaparak,"sakin ol, her ikisinde de aynı kilo gidecek su anda fastingi tercih etmemelisin, yemek yemelisin" dedi. 800 calories/day . bir hedef de koydu ama onu burdan paylaşmayacağım. No more pressure. Doktor tavsiyesi. 
Hatta ilk iki gün de spor filan yapma sadece uyu, kitap oku, dinlen dedi. Bana  daha önce hiç kimse bunu dememişti:)

Neyse, yarın sabah testler yapılacak, masaj ve spor gündemi oluşturulacak, bir de theraputic art derslerine kayıt olacakmışım ( rüyalarının resmini çiziyormuşsun...böylece bilinç altın dışarı çıkıyormuş.) 

Yarın ayrıca her yeri gezdirecekler, fotoğraf çekip paylaşacağım ama hiç süphesiz şunu diyebilirim ki burası harika bir yer, burda yaşamak istiyorum....no stress, no nothing... Ahh bir de CNN Türk dışında da bir iki türk kanalı olsa... Neyse,çok özlersem arap kanallarındaki bilimum Kıvanç Tatlıtuğ dizilerini izler kendimi evimde hissederim...


Buchinger Bodensee...
Konstans gölü kenarında ağaçların içerisinde muhteşem bir yer burası. odamın balkonundan masmavi göl üzerindeki yelkenlilere bakıyorum ve diyorum ki "iyiki burdayım".

Odama henüz geldim, fotoğraflarla detayları akşama yazacağım...Let the journey begin!

25 Haziran 2010 Cuma

2 aylık bu sürece başlamadan 1 gün öncesinin paniği...

Sevgili arkadaşlarım,

"sevgili günlük" diye başlayan günlük yazılarımdan bir alışkanlığım vardır diye umud ederek hayatımdaki ilk bloguma başlıyorum.

Pazar sabahı 07.45 uçağı.. İstikamet : Buchinger Bodensee, Uberlingen-Almanya. Amaç : 30 yaşıma girdiğim bu 2010 yılında tüm stresimden, yorgunluğumdan ve tabiki fazla kilolarımdan kurtulma... En azından bütün bunlara bir başlangıç. Hedef : hiiiç heveslenmeyin, hedef koymadım. Tek amaç bugünden daha iyi dönmek. Ne kadar daha iyisi olacağını zaman gösterecek.

Az önce iş yerimdeki masamı topladım, hiç olmadığı kadar temiz görünüyor. 2 ay geçici bir süre de olsa, 3,5 senedir en fazla 1 hafta uzak kaldığım çok sevgili ajansımdan, arkadaşlarımdan uzak kalacağım için içimde bir burukluk var. Yanlış anlamayın, çok mutluyum, heyecanlıyım, ama biraz da panikleme durumları mevcut. tek başıma koca bir 2 ay.
check list : macbook, ipod, blackberry, diğer blackberry, şart aletleri, fotoğraf makinesi...ha evet bir de kitaplar, bir sürü kitap. Eat pray and Love okuyorum şimdi ama bitmek üzere... sonraki kitap The Girl With The Dragon Tatoo...ve sonra "Atatürk" by Andrew Mango..

Neyse, ilk günden baymak olmaz. Daha yapacak da çok iş var. Pazar gününden itibaren burdayım...

Sevgiler