22 Mart 2012 Perşembe

Kuzey + Güney, ugghhh more like Flash + Back

Dayanamadım, yazıyorum. İzleyiciyi bu derece hayal kırıklığına uğratmak ayıptır, o kadar vakit ayırıyoruz, izliyoruz, konuşuyoruz, konuşturuyoruz ve dolayısıyla para kazandırıyoruz. Eh biraz da bizi düşünün. Anladık suspense, gizem hepsine varız ama bu kadarı da fazla. Bölümleri 90 dakkaya yaymak için artık Flashbackten, aşk kliplerinden, aynı sahne tekrarlamalarından geçilmez oldu.

Sadece dünkü KG de dikkatimi çekenleri yazacağım. Ekleyecekleriniz varsa beklerim.


DİKKAT SPOILER ALERT!


Bir önceki bölümde mezara giren Kuzey'in akibetini merak ederken "arkası yarın" sendromu yaşamıştık. -Tabiki Kuzey ölmeyecekti onu biliyorduk, ama nasıl kurtulcaktı, sonra ne yapacaktı. Ayrıca onu bırak Cemre ile ne olacak, Zeynep ne yapacak...bunları göreceğimizi umarak girdik haftaya.-



Dünkü bölüm ise tamamen Lost kıvamında gelişti, yok yanda bir sayaç yok bir ileri bir geri hatırlamalar. Bir de üstüne çok enteresanmış gibi Ali'nin tuvalette sıçar haldeki sahnesini tekrar yaşadık. (ismi lazım değil bir arkadaşım o sahneyi görünce " yok canım sıçmıyordur boyu kısa ya ayakta o oturmuyor ama öyle görünüyor" dedi. Herif bariz sıçıyo, gazetesini almış, sabah ketfi yapıyor. ) Ali neredeyse tam altını silecek tuvalet kağıdına uzanıyor sahne değişiyor. Tramvatik bana sorarsanız. Biz bu TV insanlarının hiç WC kullanmadıklarını düşünürdük halbuki, hiç bir sahnede "pardon bi işeyip gelicem" lafı olmaz genel olarak. Bi sebebi var ki olmaz.

Neyse, sonra Ali kırk saat evde hazırlanıyor çıkıyor arabaya biniyor yolda gidiyor havaalanına geliyor içeri giriyor of of of kanımızı kurutuyor, geçti mi size bi 10 dakika daha.

Bir de flashbackler var, iki türü var bunların. Bir kısmı eskiyi hatırlama dolayısıyla izleyiciye o sahneleri 88. kez gösterme durumu var. Ezberledik. Yani Güney'in Kuzey'e çıkışını, Kuzey'le Zeynep'in Antalyadaki konuşmasını, Cemre'yle Antalya'da öpüşmesini ( bu arada şimdi farkettim maşallah Kuzey'e de bak Antalya seyahatleri boş geçmiyor), bütün bunları ez. ber. le. dik. Diğer tür de "siz bunları görmemiştiniz ama aslında arada bunlar da oldu." türünden. Tamam gayet legitimate kabul ediyorum ama abartınca cılkı çıkmıyor mu sizce de?


Bir de işin sonucunda bir hafta önceki bölümün sonundan bu bölümün sonuna toplam 5 dk geçmiş oldu. Reklamlardan sonra sahnenin 10 sn gerisinden başlamaları ve de en son reklamdan sonra "Kuzey Güney reklamlardan sonra devam edecek" diyip bizi kandırıp, en son aynı 10 sn yeyi tekrarlayıp bitirmelerini hiç saymıyorum. Valla pes.



Haftaya görmek istediklerimiz : Kuzey artık başındakı en azından bir beladan kurtulsun, ya Simay ya Ferhat, ya Zeynep (o da bela o da, gereksiz). Mesela ölüm korkusu yaşarken en çok Cemre'yi hatırladı ya, bari ona ilan-ı aşk etsin bişi olsun. O anneye de gıcığım zaten.

Neyse, iyice abarttım durumları. Yanlış anlaşılma olmasın, ben gayet işimde gücümde, iyi okumuş, iyi görmüş, aklı başında bir kadınım fakat TV Freak tarafım ortaya çıkınca dayanamıyorum. Ohhhh rahatladım. Ohh.



P.S: daha önce Survivor hakkındaki yazımda Acunn medya ile twitter dialoğumdan bahsetmiştim. O accountun Acunn Medya ile hiç bir alakası olmadığını direk kendilerinden teyid ettim. Sahte accountlara dikkat.

Sevgiler

19 Mart 2012 Pazartesi

Eski bir günlüğümden....Bölüm : 2 Mahallenin Çocukları

Yazın sıcak havalarda bizim havuz tam bir cümbüş olurdu. Bütün çoluk çocuk ve de onlara sahip çıkmaya çalışan değerli aile fertleri yetmiyormuş gibi bir de mahalleden bütün çocukları toplayıp havuzu dolup taşırırdık. Ne eğlence ne eğlence. Marko pololar oynanır, benim fasulye olmam şartıyla, hamburgeci amca oynanır, yine ben fasulyeyim tabi, öğlen yemekler çıkar ortaya, yeşil erikler, karpuzlar yenir, "kızım üşüteceksin mosmor oldu dudakların çık artık sudan, oğlum gir mayonu değiştir karnın ağrıyacak!", "öğle saatinde güneş tehlikeli kızım gölgeye geçin aaaaaa" sesleri altında bir hareketliliktir giderdi o zamanlar. Yeşil erikten bahsetmişken o konunun üzerinde biraz durmak isterim. Kendilerinin benim hayatımda çok önemli bir yeri var, yani nasıl anlatsam : yeşil erik ve ben, ben ve yeşil erik... Seviyorum.





Tabi sıcak yaz günlerinin tek eğlencesi havuz faslı değildi. Bizim mısırcı gelirdi her gün. Bizim mısırcı diyorum çünkü adamın adı Bizim Mısırcı'ydı, yani arabasında öyle yazardı. (Burada daha önceki "Ben küçükken" yazısında bahsi geçen -çocuklar para var mısır alalım- olayını hatırlayalım. )


Bir de sokak futbol maçları olurdu. Nevhan, Mahmut, Cenk bizim mahalleden hatırladığım isimler. Onlar büyüklerdi benden. Bir de bizim sitede Aslı-Cem kardeşler vardı, bir de Serbülent. Didem bi gün bavulunu toplayıp evlencem diye Serbülent'e kaçmıştı. (yaş 8 filan). Bütün mahalle top oynardık. Benim bizim sitenin yeşil demir dev ama gerçekten dev kapılarının ötesine yani sokağa çıkmam yasaktı. o yüzden kapının üstünde ileri geri sallana sallana seyrederdim maçları. O Mahmut, akşam üzerileri bir sandviç yerdi orda duvarın üstüne oturmuş, yarım ekmek içinde yok yok, varya offff nasıl canım çekerdi size anlatamam. Hemen eve koşar birbenzerini kendime yapardım. Şimdi düşünüyorum da kilo problemlerimin bir sorumlusu da ona o sandviçi hazırlayan annesidir!

Bazen de kendi başımıza işlere kalkışır babamdan azarı yerdik. Ticarete küçük yaşta atıldık biz ablamla. Bizim üst kat komşu Kinder distribütörüydü, kutu kutu verirdi bize. Biz de onun içinden çıkan oyuncakları biriktirirdik, bir gün dahice bir fikirle onları el arabasına koyup mahallede sattık. Babam işten gelip olayı farkına varıp herkese paralarını iade ettirinceye kadar herşey süperdi. Akşam hasılatı : cepler boş, oyuncakların yerinde yeller, geride paramparça kinder çikolata yumurtacıkları.


Suadiyedeki en güzel yıllarım böyle geçti, Leyla ile oynadığımız Doğu Batısının Cadısı oyunları, bahçede fıstık toplama yarışları, kayıkhane maceraları... Büyüdük ve hepsi bir bir yok oldular....Önce Didemler taşındı, sonra kuzen Emirler. Mahalledeki diğer çocuklar da ortaokula başlamıştı ve ben hala ilkokuldaydım. Sanki herkes benden daha hızlı büyüyordu.


İlk okulu bitirdiğim yılın son baharında Vaniköy'e taşındık...

Not: fotodaki havuz hakkaten o havuz. Courtesy of Turyap.



(Vaniköy'de gençlik yılları...arkası yarın)

Survivor 2012-ilk bölüm izlenimleri




Öncelikle Nez ve Meter'in hastalandıklarına pek inanmıyorum. Vardır bu işin içinde bir bit yeniği. Kulağıma birşeyler geldi ancak doğruluğunu bilmeden yazmak, birilerini zor durumda bırakmak istemedim açıkçası. Yakında ortaya çıkar.



Gelelim ilk bölüme...



Liderler hemen kendilerini belli ettiler. Gönüllülerden Hasan (ki kendisi bana kalırsa gayet de ünlü, neden gönüllü onu anlamış değilim), Ünlülerden de Nihat adaya ayak basar basmaz liderlik koltuğuna oturdular. Hasan tecrübeli bir "ağabey" edasında başladı yarışmaya. Ekibini de pozitif yönlendirmeyle yönetmeyi başardı diyebiliriz. 10 Puan. Nihat ise biraz daha egosuz olup, biraz daha pozitif bir hava estirebilecekken, grubu tam toparlayamadı. Ama ilk elin günahı olmaz, ilk günün hiç olmaz diyelim ve gelecek bölümler ne gösterecek birlikte görelim.



Grubun ilk ağlayanı Almeda oldu. Daha ilk günden ailelerin bu derece özlenmesi, heralde adadaki gelecek günlerin kaygısı sayesinde oluyor, yaşamadan bilemeyiz ama yine de şu ağlamaların artık biraz minimuma inmesi şart. Mood killer bana sorarsanız.


Beklenmedik asabi ise Alp Kırşan. Kendisinin tamamen geyik ve şebek ve herkesin sevgilisi olacağını beklerken daha ilk günden hırsını ortaya koydu ve "ben yüksek sesten hoşlanmam gerekirse ayrı bir yerde kendime ev yaparım" dedi. Grup psikolojisine tamamen ters olan bu tutumun izleyicilerce hoş karşılanmadığını tahmin edebiliyorum. Otur Sıfır.

Gönüllüler takımı ise genel olarak epey güçlü, kızlar da azimli duruyorlar, bir tek Asena konusunda endişelerim var. Çok kavgacı olacak gibi görünüyor. Bana kalırsa ya Asena-Şansın ya da Asena-Rockçu kız ( adını bilmiyorum, demekki bende pek iz bırakmamış) bi kavga patlatırlar bu hafta. Bayılır bizim millet de, reytingler uçar.

Anıl'a gelirsek eğer, çok efendi ve ünlüler takımında çok başarılı olacağına inanıyorum. Bence o tarafa geçti şansı arttı, Gönüllüler onu harcayabilirdi. (Çocuğun adı Anıl mı Cevher mi? Cevher Anıl ise, yarışmada adı Cevher yazıyor, konuşmada Anıl!)

Gelelim gecenin şahsım adına en garip olayına. Twitter'dan "acunn yine saçma reklamlara başlamış" yazmıştım. Ki haklıyım. Sürekli bir markaya kefil olurmuşsasına, infomerciallara çıkıp kredibilitesini düşürüyor Acun. Bana kalırsa kendi imajı/markası adına büyük bir hata yapıyor. Çok çalışıp çok kazanan biri iken, para için ne derlerse ben de derim konumuna düşmesine ramak kaldı. Bu projeleri kendisine ekibinin ayarladığını düşünerek, bu işe bir el atmasını öneriyorum.



Bu twitimin üzerine Acunn medya'dan "yayında bir problem oldu, özür dileriz." mesajı geldi. " Ne gibi? " dedim, çünkü haliyle anlayamadım. cevap "Fb'nin GS'yi yenememesi gibi"diye geldi. Hala anlamadım. Anlayan varsa anlatsın ( Acun'un FB liliği göz önünde bulundurulursa FB için kötü birşey yazmayacaklarını varsayarak iyice kafam karıştı.) "Acunn medya adına mı konuşuyorsunuz" dedim. "evet" dediler. "neye istinaden yazıldığını anlamadım açıkcası" dedim. henüz cvp alamadım.


Acunn medya hesabı Acun ve ekibini temsil ediyorsa belki biraz daha dikkat etmeli. Ya da zararsız bir yorum ise yapılan, açıklasınlar ben de kimseyi zan altında bırakmayayım. Bilmiyorum siz ne dersiniz?

15 Mart 2012 Perşembe

Eski bir günlüğümden....Bölüm : 1 Sarı ev

Not: Bu yazıyı Universite 3. sınıfta yazıp bir kenara koymuşum. Çok uzun olduğu için bir kaç bölümde yayınlayacağım. Okurken bunu 20li yaşlarda bir kızın yazdığını unutmayın!

Şu sarı ev var ya bizim evimiz
Annem babam kardeşlerim biz hepimiz
Onu çok severiz....

Bu şiiri ilkokulda öğrenmiştim. Büyük ihtimalle birinci sınıfın sonlarındaykendi. Yazarının kim olduğunu malesef bilmiyorum. Şiirin devamını da hatırlamıyorum. Bildiğim birşey var ki o da bu şiiri on kez üst üste okuduğum için kendimle gurur duymuştum. Büyün sınıfa hava atmıştım. Herhalde ders konusunda hayatım boyunca hava atabildiğim yegane konulardan biri bu olmuştur. Evet pek çalışkan değildim ve hala da öyle sayılmam, ama sınıfımı her zaman geçtim. Beşten şaşmadım altıyı aşmadım. Açıkcası bunun beni çok rahatsız ettiğini söyleyemeyeceğim. Herneyse bu şiiri hala hatırlıyorum. Şiiri bırakıp bizim evden bahsedersek eğer biz kişiyiz.
Annem, babam ablam ve ben.
( o zamanlar aynı evde yaşama olayı var tabi) Ablamla aram tam 4 yaş. Yani ben küçükken o büyüktü. Ben büyüdüm o yine büyük. Biliyorum anlaması zor. Sonuçta 4 yıl bu yakalaması ne kadar zor olabilirdi ki? Acı gerçeğin beni bulması çok uzun sürmedi. Yılların zamanla kapanmadığını, benim hep "küçük" kalacağımı öğrendim.
Ben doğduğumda annemler Moda'daki evden Suadiye'ye Koruparkı sokağına taşınmışlar. Dolayısıyla Moda'daki o bahçeden merdivenle aşağıya kayaların dibindeki o dairede ben hiç yaşamamışım. Suadiye çok güzeldi. Babaannemler de orda oturuyorlardı. Ve birçok çoluk çocuk. Çok küçük yaşlarımı hatırlamakta zorlanıyorum fakat derine inebildiğim ve resimlerden görebildiğim kadarıyla mutlu bir çocukluk geçirdim diyebilirim. Kapıcının kızı İnci vardı, hep onla oynardık. Selhan vardı onunla He-Man cilik oynardık. Bahçede taşları oluk oluk merdivenler vardı, he-man kalesi, İskelator şatosu...Kuzenim Leyla'nın annaannesi yani babaannemin kız kardeşi de orda yaşardı o yüzden Leyla'ile geçirirdim çoğu vaktimi. Hep Barbie oynardık. Barbie hergün okula gider, sonra alışverişe, ordan da baloya giderdi. Seneler boyu aynı senaryoyu sıkılmadan oynadık ve her defasında heyecanla o gece baloya ne giyileceğini tartıştık. Tabi her seferinde ortalığı çok dağıttım için annemden azarı yerdim. Haksız da diildi. Sonuçta ne raftaki kitap kalırdı ne masadaki örtü. Ne bulursak barbielerin evini kurmak için kullanır, toplamaya ğşenir olay yerinden hızla fıyardık. Bir keresinde Barbie küpesi kayboldu diye annem hepsini saklamıştı. uzun süre oynayamadım, yerini bilsem de nedense hiç gizlice almaya da çalışmadım. Koridor dolabının en tepesindeydiler.
Bu arada Timur ve Didem'i de unutmamak gerekir. Onlarla geçti bütün çocukluğum aslında. Annemlerin en yakın arkadaşlarının çocukları. ikisi de benden büyüktü (Didem 2yaş, Timur 3) o yüzden kıskançlık çekmediğimi söyleyemem. Ablamın ve onların oynadıkları çoğu oyuna pek davet edilmezdim. Küçüğüm ve anlamıyorum ya hiç birşeyden.
(Bıraksınlar bunları ben biliyorum o oyunları!)
Allahtan diğer kuzenlerim Emir ve Can vardı. Bizden birer yaş büyüklerdi. Küçük kardeş olma psikolojisinde yalnız olmadığımı bilmek beni rahatlatırdı. Bir de Banu vardı. Bizim diğer yan komşu. Oblamın arkadaşıydı ve tabiki her seferinde ben de onlarla oynamak isterdim çünkü onun muhteşem barbie leri vardı fakat benim izlemeye bile iznim yoktu değil onlarla oynamak. Babası Murat amcadan aldığım gofret ile sakinleşip köşeme çekilirdim. Onların Barbieleri benim gofretim vardı. O yaştaki obur bir çocuk için bu ikisi eşit sayılırdı. Çocuk kalbini kazanmak o kadar kolay dı ki....

Devamı Pazartesi....Havuz maceraları, sokak futbol maçları ve genç yaşta ticarete atılımımız geliyor. Acaba beni de anlatmış mı diyeneler... bekleyiniz görünüz.

Ben küçükken...

Ben küçükken bi kere çok şekermişim. Gerçekten. İnanmazsanız küçüklüğümü bilen herkese sorun. Acaip bişeymişim yani şekerlik ötesi. Muhteşem şeker birşeymişim. En azından bana hep öyle dediler, ben de inandım.



Küçükken pek ağlamaz, yemek seçmez (duh!), çok konuşur, çok eğlendirir, çok sevilirmişim.



Şimdi de çok konuşuyorum, öf pöf deniyor, yemek seçmiyorum, herşeyi yiyorum, yeme deniyor, reklamlara bile ağlayasım geliyor, garipseniyor, gerçi ben de garipsiyorum yani sen bekle bekle yaşıan gel sulu göz ol. (yeah, the hormones my friend, the hormones) hala eğlendiriyorum ve çok seviliyorum çok şükür. Hala çok şekermiymişim? eh onu da şimdi söylemek ayıp olur, yıllar sonra "ben 32 yaşımda çok şekermişim" derim, valla derim, öyle dediler derim.



Küçükken anlatırlar hep, harçlığımı alıp mahallede "çocuklarrr para var hadi mısır alalım" diye bağırıp herkesi etrafıma toplarmışım. Bana verilenin yarısını koparır ablama vermek için saklarmışım.


Ben küçükken "de" hep şarkı söylemeye meraklıymışım. Susmazmışım. (video kanıtları var, yalanım yok). Kim bilirdiki yıllar sonra, hala, şarkıcı olacağım yerde, bizim kızlar grubunun "zeynep artık şarkı söylemesin" kampanyası başlatacağını :) şimdi onlardan birini (Emine bu sana!) yolda gördüğümde camı açıp avaz avaz şarkı söylüyorum ve çok eğleniyorum. Diyorum ya kesin yıllar sonra Zeynep de çok şeker kızdı gençliğinde diyecekler.



Birilerine kızdığımda bavulumu alıp kaçarmışım ( bahçeye ). Asiymişim. Şimdi de öyle, sinirlenince bir diğer odaya geçiyorum. Feci asiyim. Bir bakış atıyorum, ortalık yıkılıyor.



Küçükken, "uydurukça" adlı bir lisanım vardı sadece benim konuşabildiğim. (ingilizcenin yandan yemişi). "La İsla Bonita" yı "si lena ki lena Pedro" diye söylerdim. Pedroyu kapmışım ama hayret. Zeka fışkırıyomuş.



En çok oynadığım oyun Barbie idi. saatlerce oynardım. Şimdi bir barbie m var. Bir de ipaddeki Dress me app lerim....





Ben küçükken hep büyümeyi hayal etmişim... Kim etmemiştir ki... Tadını çıkarmışmıyızdır acaba çocukluğun, masumiyetin? Ne o an anlayabildik ne şimdi hatırlayabilioruz. Bugünkü aklım olsa ne yapardım diyoruz.





Bugünkü aklın olsa, o günkü çocuk olurmuydun be birader?




























13 Mart 2012 Salı

Survivor şenlikleri başlasın!




Bir çoğunuz gibi (TV Freak olanlar için konuşuyorum) ben de bu seneki Survivor Ünlüler-Gönüllüler'i heyecanla bekliyorum. Ön yargılı görüşlerimi de pişkince sizlerle paylaşmak istiyorum. Kim bilir belki medyada bir "polemik" yaratır ünüme ün katarım.



Ünlüler takımı:



Geçen senelere kıyasla bakacak olursak karakterler yine bir çizgide seçilmiş.


Zırtolar : Doğuş - Alp Kırşan : Grubun şebekleri yarışmasında yarışacaklar. ikisinin de içinde birer Oh Yeah Taner mevcut gibi, lakin (bir ND klasiği kelimesi) Doğuş'un saçma derecede daha cesur ve dolayısıyla abartılı, Alp'in ise kibarlığı sebebiyle daha geride kalabileceğini düşünüyorum. İkisi de fit. sporlarda başabaş olurlar.


Kibariyeler : Nezciğim, o konuşma tarzı, o kibarlık seni yem yapar bu adada ben sana şimdiden söyleyeyim. Bakınız Ebru Destan, "pascaaaaaaal" diye ağlarken bile ayakları coup de pied (bale terimi ) şeklinde, eller kollar muntazam şekilde doğru yerlere yerleştirilmiş.... noldu, kız yemekleri yaptı, kibarlıktan ödün vermedi eh bi güzel de elendi. Ama sonra da evlendi. Artık kim kazandı onu bilemeyiz. Almeda, 20 yaşındasın, sen de pek kibarsın. İnşallah harcanmazsın. Merve'yi pek tanımıyorum şahsen. Bilemeyeceğim.


Yeni Asena : Sibel Tüzün. Direk. Tartışmasız. Hardcore. Kavga çıkartır. Hırslıdır. Reyting yapar.



Yakışıklı Şahsiyet : Eskilerin Pascal'ı, İhsan'ı olacak Nihat arkadaşımız. Kendisini finale kadar gideceği için şimdiden tebrik ediyoruz.


Fenomen : Geçen senenin ND'si, önceki senenin Taner'i, Aydın'ı... hepsini topla, Bir Mustafa Topaloğlu etmez. Sakın adayı uzaylılar basmasın?



Her kimi unuttuysam bilesinizki o zaten gereksiz silik bir karakter olarak seçilmiştir.

Gönüllüleri yorumlayamayacağım. Tanımam etmem. Ama eğer bu sene;


- Pascal'ı Derya'yı yorumcu olarak görürseniz,


- Taner'i Meter'i ziyaret ederken görürseniz,


- Ödülleri more and more marka bazlı görürseniz, ( reklam yapacaz diye aç kalacaklar, kim ne yapsın şampuanı, yemek ver yemek)


- Play Off ları Digiturk Sponsorluğunda seyrettiklerini görürseniz,


- Kaşı bacağı nasıl kılsız kaldı tartışmalarınının inatla devam ettiğini görürseniz


- ilk ağlayanın ünlüler erkeklerden olacağını görürseniz...


şaşırmayın... demedi demeyin... predictionlarım devam edecek.




Survivor! Let the games begin!






8 Mart 2012 Perşembe

Bürokrasi çilesi...



Çalışma hayatımda hep karşıma şu "işe giriş belgeleri" konusu çıktı. Hep atlattım, erteledim, uğraşmadım fakat ilk defa bu kez kaçamadım ve bakın o süreçte neler yaşadım:
İki iş arasında boş günü olmayıp küçük izinlerle yaşanan bir başarı hikayesi

1. gün : Muhtara gittim ikamet istemeye, kaydını daha aldırmamışsın nüfusa git dediler.
Nüfusa gittim, kaydımı aldırdım yeni adrese, bir de geç kaldığım için ceza ödedim. Muhtara geri gittim, nüfus sureti aldım. İkametgah alırken sistem çöktü, alamadım. Nüfusa gittim ikametgah aldım. Verem savaş'a gittim. Tam da o gün özel toplantı varmış. Doktor yokmuş. Çıktım sipansere gittim ( yakınındaki) kapalıymış. Resim çektirmeye gittim. Çektirdim. Adliye'ye gittim. Meğer hepsi birden Çağlayan'a taşınmış. Geri döndüm. Gün bitti. İşe dönemedim eve gittim.

2. gün : Öğle arasında çıktım Çağlayan'a gittim. "Sabıkanız yoktur tebrikler buyrun bu da belgesi" dediler. Aldım. Noter'e gittim. Diplomamı verdim. "Yabancı diploma, olmaz tercüme ettir getir" dediler, vakit kalmadı. İşe geri geldim.

3. gün : Verem Savaş'a gittim, film çektirdim. Öğleden sonra geri gel dediler filmi alacaksın, ordan Hükumet Tabipliği'ne onaylatacaksın rapor alacaksın dediler, dispansere gittim, kanıma baktırdım. Kartımı aldım. İşe geri geldim.

3,5. gün : O gün bugün. Mümkünü olursa sağlık olayının devamını da bitirip, tercümesi yapılan diplomamı tasdiklettirip işi bitireceğim.

Toplarsak, sağlıklıyım, sabıkasızım, gerçekten üniversite mezunuyum, verdiğim adres doğru ayrıca kan grubum hakkında da sapık gibi yalan söylemiyorum demek için toplam yarımları da sayarsak tam 2,5 gün harcadım. Harcanan yol vemasraf paraları ve kaybedilen zaman da cabası.

Neden bütün bunlar TC kimlik nosuna bağlı otomatik yapılamıyor? İlla para alacağız dertleri varsa yaptır havaleyi, dekont nosu ile internetten indir herşeyi bitsin gitsin. Herkese kolaylık olmaz mı? Çok mu zor?

Fakat bu arada, kısa günün karı, nasıl kan grubu tespit edilir onu öğrendim.
Bir seramik tableti üzerine ( evet baya bildiğimi tuvalet duvarındaki seramik) 3 kan damlası damlatılıyor. ilkine A, ikinciye B, üçüncüye de +/- solüsyonları dökülüyor. A pıhtılaşırsa A, B ise B ikisi de değilse demekki 0 sınız. üçüncü sıradaki pıhtılaşırsa + aynı kalırsa da -. sonra hop bir kağıda yazılıyor kaşe basılıyor bitti bu kadar. Neden bilmiyorum hoşuma gitti. Very CSI, uuuuuu.....DNA testi yapılışını görsem kimbilir ne olacağım.












6 Mart 2012 Salı

Sabah hızlı hazırlanmanın püf noktaları



Biz kadınlar, biliriz ki aslında çok pratik ve erkeklere oranla daha hızlı kararlar verebilen ve dolayısıyla aslında daha hızlı hazırlanabilen varlıklarız ama bizde hazırlayacak malzeme çokluğu, süreye vurunca malesef biz kadınları erkeklere oranla daha geri kulvarlarda bırakıyor. Nitekim bu sebeple de adımız "ay yine bir türlü hazırlanamadı" ya çıkıyor. Halbuki, çok basit bir aritmetik karşılaştırma yaptığımızda bu dengesizliği görmek kolayca mümkün.

Erkeklerin genellikle saçı kısa, makyajı yok, zaten 3-5 çeşit ayakkabısı var, takım elbise giyiyorsa bi gömleğe uygun bi kravat seçmek çok zor diil, takı takma durumları yok, ay hangi paltom yakışır sorunsalları yok.... kadınların saçı var, makyajı var, 3356678945 çeşit ayakkabı seçenekleri var, çanta olayı var, hepsine uygun palto seçme olayı var, küpesi kolyesi bileziği hatta bazen bunlara uygun saati var... var oğlu var...

Biz kadınlar için sabah işe giderken işte tüm bu aradaki farkı kapatmanın püf noktalarını anlatacağım size:

(öyle kıyafetini geceden hazırla geyiklerine girmeyeceğim zira hepimiz biliyoruz ki kadın ruhu o gün nasıl hissediyorsa onu giymek ister)

Sabah uyandın, evela saatini asıl kalkman gereken saaten 30 dk öncesine kur ki "ay hiç kalkasım yok" fazını çok gerekli olursa yaşama olanağın olsun. Snooze düğmesi bu amaç için kritik bir önem taşıyor.

Yataktan kalkar kalkmaz direk banyoya, önce en uzun iş halledilmeli, zaten giyindikten sonra banyo yapmanın da mümkünatı pek yok. Önce bi tuvalet ihtiyacı giderilir. o esnada pijama altı, üstü ve iç çamaşırları oturur pozisyondayken çıkartılır yine banyodaki kirli sepetine atılır. Banyo suyu da o esnada açılır ki ısınması ile vakit kaybı olmasın. İhtiyaç sonrası banyo sırası. Saçlar şampuanlanır, durulamadan vücut yıkanır ki şampuan bir süre kalsın iyice işlesin, sonra hepsi aynı anda durulanılır. (aksi halde banyo safhası da epey uzun sürmekte)

Banyo sonrası kek gibi hemen saç kurutmasına geçilmez. havluyla bi nemi alınır. bir de taranma işlemi yapılır ki iyice sular aksın. sonra diş fırçalanır. aynı anda giyinme dolabı önünde ne giysem bakınmaları yapılır. diş fırçalama seansı ideali 3 dk dır ya, 3 dk da kıyafet seçemeyene aşkolsun.

Bu arada saçlar kendiliğinden doğal ortamında biraz kurur... nemi azalır.

Neyse dişler bembeyaz oldu, iç çamaşırlarımızı giydik banyoya geri geldik, ağzı çalkaladık filan, deodorant parfum faslı da yapılır. Sonra üst giyinmece. (saçlar hala ıslak ona göre)

Burada püf nokta evden dışarıda yapamayacaklarımızı mutlaka bitirmek, diğer detayları her ihtimale karşı diye sona bırakmak. i.e makyaj, takı takmak. (her kadının çantasında basic makyaj eşyaları bulundurduğunu varsayarak).

Giyindin, çantanı yaptın, bi saçın bi makyajın eksik. şimdi işte saçını kurutabilirsin. fönü yatay şekilde tezgaha koy, eği saçların dibi fön tarafına gelsin. hem tara hem fönle iki elle saçı kabart bu şekilde daha çabuk kuruyor. Fön de orda dursun.

Saçlar da kuruduysa ve hala geç kalmamışsanız ( ki kalmamanız lazım) makyaj ve en son takıların takımı yapılabilir. olası bir zaman aşımı durumunda ( ki bunların olası sebeplerini de sıralayacağım) takıları çantaya atın, makyajı ve takı olayını araba kullanıyorsanız kırmızı ışıklarda halledin bitsin. gerekirse şirket binasına giriş yapın girdiğiniz görülsün hemen bir WC ziyareti sayesnde bu detayları orda da çözebilirsiniz. Kimse size işe geç geldiniz diyemez.

Sitemi çökertecek engeller :

- evden çıkarken çorabın kaçması
- anahtarı bulamamak
- telefonu bulamamak
- evde banyo paylaşımı varsa ilk sırayı kapamama, sona kalıp dona kalma.
- "of bugün feci şişim üstüm ehiç birşey olmuyor" modunda olmak ( bu durumlar için her zaman, her daim üstünüze yakışan bir kombini bir kenarda B planı olarak tutmalısınız. en güzel olmayabilir ama ogünü kurtarır.)
- bütüm kırmızı ışıkların denk gelmesi ( makyaj arabaya bırakıldıysa bu ışıklar kurtarıcınız da olabilir)
- çöp kamyonu arkasına denk gelme

Bahane arayana bahane bol... Pratik ol, işe geç kalma. Benden söylemesi...Kalırsan da suçu seni bırakmayan çocuğuna, yolun olağan dışı trafiğine, patronun erken gelmesine bağlama. Uykucusun işte.

Mesela benim gibi...:)

5 Mart 2012 Pazartesi

TV Freak-özgün senaryo kıtlığı sadece bizle sınırlı değil...







Bugün gazetede bir haber var: Diziler yabancı dizilerden esinlenmiş diye. Aslına bakılırsa uzun zamandır özgün senaryosu olan dizilerden çok uzağız. bu konuyu sitcomlar ve dramalar olarak ayırmakta fayda var ama. sitcomlar tüm dünya da birbirinden uyarlanıyor, trend bu çünkü çok fazla lokalize, günlük hayatın içinden oldukları için her ülkenin şartlarına göre uyarlanmaları normal.



Peki ya dramalar? Türkiye'de son bir kaç senenin trendi eski edebiyat eserlerini dizi yapmak. Çalıkuşu'ndan beri var aslında bu trend son bir kaç sene demek yanlış olur. Hadi bu yine bir derece, kendi eserimizi yerli malı yurdun malı hesabı yine kendi eserimiz haline dönüştürüyoruz. peki ya reyting rekorları kıran Kuzey Güney'in de esinlenilmiş (taklit demeye dilim varmıyor çünkü sadık bir izleyicisiyim) olması hayal kırıklığı yaratmıyor mu sizde? Şeytan diyor aç eski orijinalini bak ne oluyor sonunda... kaçacak bütün heyecanı! ama ne yapayım şeytan oyle diyor...



Bunun gibi daha bir çok örnek var. Özgün senaryolar "taklit"lere göre azınlıkta malesef. Kolayına kaçıyoruz. Halkı kandırıyoruz. Yerse.




ABD de de başka tür bir kandırıkçılık söz konusu. Orda da diziler kendi içlerinde birbirlerinin kopyası. Mesela polisiye dizileri. Bunları 1. özel birim , 2. yardımcı sıradan vatandaş, 3. mistik gibi gruplandırabiliriz.




Özel birim dizilerine örnek, CSI ve türevleri, Law and order serisi, Criminal Minds yok efendim NCIS... hepsinde bir bilgisayar gurusu, bir morg delisi, bir cool dedektif, bir asi dedektif, bir güzel dedektif karakterleri var. Yani şimdi NCIS deki laboratuardaki kızla, Criminal Minds daki bilgisayarcı kız tiplemelerini benden başka benzeten yok mu? e ikisi de çılgın birer lady gaga sanki.




Yardımcı sıradan vatandaş serileri Murder She Wrote la başladı bana göre. Medium, Psych, Mentalist... bunlar nerdeyse birbirinin aynısı. Hele mentalist le Psych birebir aynı. sadece biri komedi biri drama. adamların ikisinin de detaylara dikkat etme yeteneği sayesinde cinayetler çözülüyor. Castle dizi ise Murder She Wrote un tıpa tıp aynısı. Cinayet romanı yazarı polis efendilere yardım ediyor....Niye çünkü kafası ona çalışabiliyor, hayal gücü sayesinde yani...




Mistikler de Fringe gibi işte alcadraz gibi zaman zaman türüyor, kimi kalıyor kimi Flash forward gibi iyi başlayıp nasıl devam edeceğini kestiremeyince beterin de beteri bir şekilde hızlandırılmış final yaşıyor...




Hastane dizilerini de unutmamak lazım. Er, General Hospital, Grey's Anatomy, Private Practice.... aldı başını gidiyor daha da vardır ama ben bilmiyorumdur....




Sitcomlar artık ABD'de birebir aynı. Göbekli koca, güzel ve zeki karısı, delimanyak çocuklar, mutlaka çılgın bir büyük baba veya büyük anne...(According to Jim-Cuma'ya Kalsa, Rules of Engagement, Better With You, Till Death, King of Queens... hepsi aynı tip... inanmayan baksın.




Neyse saymakla bitmez...




Bana göre tüm zamanların gelmiş geçmiş Türk/Yabancı en iyi ve en özgün dizileri:




1. Friends (özleyenler How I met Your Mother izleyebilir ama aynı zevki asla vermiyor)




2. 24 (bir kere yapıldı artık aynısı bir daha olmaz, olmamalı. Eş zamanlı olayı 24 le kalsın.)




3. SATC (filmlere bir son verilsin artık... git gide anısı da berbatlaşıyor zihinlerimizde)




4. Asmalı Konak (ahhh Seymen Ağa... ne Ezel, ne Deli yürek... Seymen başkaydı.)




5. Perihan Abla (mahalle dizilerinin en iyisi... diğerlerini hiç seyretmedin zaten. küçükken PA hastasıydım ama.... hani mal mal TV ye bakan çocuklar vardır ya. gerçi ben hala öyleyim. Mal mal bakıyorum... ağız açık, sırt kambur...