30 Temmuz 2010 Cuma

Haftasonu ne yapmalı?


Valla buralarda haftasonu, geçen haftasonu gibi özel bir festival durumu olmadıkça vaziyet oldukca banal. Ancak benim gibi yanlız seyahat etmekten korkmayan zatlar için, şehir dışına gidip kendini açken yapılmaması gereken çok tehlikeli bir aktiviteye atmak eğlencenin ta kendisi.

Evet, doğru tahmin ettiniz. Yarın sabahtan yola çıkıp kendimi Kontanz şehrinin en güzel alışveriş merkezlerinden biri olan Lago'ya atıyorum ve gücümün yettiği yere kadar alışveriş yapıp, açlığımı, istanbul'a ve ordaki hayatımın önemli kişilerine olan özlemimi bastırmaya çalışıyorum.

Bu hayatta bazı dikkate alınması gereken çok önemli dersler, söylemler vardır. mesela "acele işe şeytan karışır", veya "intikam soğuk yenen bir yemektir" ya da azimle s... duvarı dele" gibi... ben bunlara bir yenisini ekleyeceğimi tahmin ediyorum: "asla açken alışverişe gitme!". bunun ne kadar doğru olup olmadığını yarın akşam Konstanz donüşü vapurda gerçekleşecek olan "reality check with my self, how much did I really spend" sorgulamasında ortaya çıkacak. Söylentilere göre H&M'den tut, Zara'ya kadar herşey var orda....hmmmm CIVILISATION ROCKS! bakalım gorecegız. tabı oraya gıtmek ıcın once 45 dk vapur sonra 20 dk otobus sonra da ufacık bır yuruyus yapmam gerekecek ama değer mi? değer.
sonra Pazar da akşam Beatles tribute bi organizasyon var bu Überlingen şehrinde. şarkılar, fotoğraflar vs. ona gitmeyi düşünüyorum...Istanbul'da olsam İnception'u izlemeye giderdim... burda sinemalar almanca olduğundan onu da yapamıyorum.

bu arada, yorumlarını eksik etmeyen o çok değerli okuyucularıma teşekkürler! hayır yani nolur iki satır yorum yapsanız? okuduğunuzu bilir sevinirim diye mi korkuluyor acaba? :))) şaka bi yana tabiki söyleyecek birşeyiniz olmadığında yorum yazmak salakça oluyor. ama belki bir iki ufak gülen suratı esirgemezsiniz benden...

Rumuz: ilgi manyağı, A.K.A Elmira!!!! ha ha ha.

27 Temmuz 2010 Salı

En çok neleri özlüyorum biliyor musunuz?

tabiki ailemi, arkadaşlarımı evimi hatta işimi bile özlüyorum ama en çok özlediğim bazı anlar var ki tartışılamaz:

evimdeyim, ah evim güzel evim...akşam işten gelmişim yorgun argın, TVde güzel bir dizi... bir yandan tezgahın üzerinde büyük çavdar ekmeğinin arasına, ekmeklere özenle Amora hardal sürüp bir güzel hindi fümeleri, ince ince doğranmış domates dilimlerini, 2-3 iceberg salata yaprağı ve bir iki dilim de cheddar peynirini yerleştirdikten sonra, ortadan ikiye özenle kesilen sandviç hazırlığı, yanına koyulan Cheddarlı Ruffles da cabası, tabi bir de buz gibi Cola Zero... böyle dolaptan çıkmış, şişeyi açtığında çıkan pssss sesiyle beraber akıllara eski güzel cola reklamlarını getirten o içecek...onsuz olur mu hiç...diğer yandan başlayacak olan yeni bölüm dizinin heyecanı... tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra, bu güzel, muhteşem, leziz sandviçimi yerken, TV de dizimi seyrederken, güneş te tam batmış hava kararmışken, yorgunluk sebebiyle hafif üstüme çöken uykuyla beraber kendimi öylece bıraktığım anları özlüyorum...

ya da arkadaşlarımlayım... ahh güzel arkadaşlarım... havanın güzel olduğu bir cumartesi, uykusunu hala alamamış bir grubun Bebek'teki kahvaltı fasılları... Her seferinde "Bebek'ten çok sıkıldım", "artık başka yerlere gitmek lazım bu trafik çekilmez" gibi yorumların ardından, her nedense gene kendimizi kürkçü dükkanında bulduğumuz, Bebek Kahvenin o eşsiz simit/kaşarları, gözlemeleri, köy kahvaltısı, yumurtası eşliğinde, oranın en büyük masasında "daha gelecek var abi, sen tut burayı bize" diyerek başlayan...gelenle gidenle uzun uzadıya sohbetlere dönüşen o güzel hsonu kahvaltıları... ya da çook eski Happily ever after günleri.. orası henüz küçücükken, toplam 3-4 masa varken, her Pazar gidip aynı masaya aynı ekiple oturup aynı kahvaltıyı edişimiz, hiç sıkılmadan, muhabbeti eksik kalmadan, biraz etrafa bakınarak biraz da biz bize yeteriz havalarıyla cool takınan hallerimizle her Pazar'ın keyfi olan günler...ya da yine ekiple bir araya gelinen birimizden birinin evindeki akşam buluşmaları, dedikodu sefaları, dergi karıştırmalar, kılıklara kıyafetlere yorum yapmalar, durum değerlendirmeleri, komplo teorileri...

ve tabi, ailemle yenilen Pazar öğle yemekleri.. annemin şahane sofraları,tabiki tartışılmaz derecede lezzetli yemekleri, Defne ve Can'ın bağrış çağırışları, hatta bazen kavgaları birbirlerini öldürme girişimleri ve sonunda azarı yiyip köşelerine çekilmeleri, eniştemle babamın futbol, borsa muhabbetleri, iş politikaya gelince gerilen ortamın, yine çocukların herhangi bir sebeple araya girip ya annaneyi ya dedeyi kendi saflarına çekmeleri ile bölünmesi,... her seferinde tam bir kaosa dönüşen ama eşi benzeri olmayan bu Pazar yemeklerini de özlüyorum... en sevdiğim Pazar öğlen yemeği menüsünü saymadan geçemeyeceğim... pilav, (enişte özel istekte bulunursa domateslisi) köfte (izmir değil, Tuzla değil, annemin köftesi (aslında sanırım Sıdıka köftesi artık onlar), barbunya, yoğurt, çoban salata ( o da anne usulu, büyük domates parçacıkları, soğan, sirke ,tuz) ve tabiki Cola Zero (eskiden diet kolaydı bu, yazması da daha kolaydı, cola zeroya geçtim geçeli bi tuhaf sound ediyo) hatta bu menunun yanına, bazen, ama cok nadiren, eger sanslıysak ve de ben o gun hafif suzulmus gorunuyosam dolayısıyla yemeklerın tamamından bır mıktar yemem sıkıntı yaratmıyorsa, börek oluyor... boregın her turlusu guzel her turlusu muhtesem o yuzden o bır kucuk bonus olarak kalıyor aklımda hep.. ha pardon, mutlaka bır de semizotu salatası olur, o da anne usulu, az yogurt, bol pul biber, biraz da yag.. hmmmm nefis....

çok şey özlüyormuşum aslında düşündükçe. En son herkesten, herşeyden bu kadar uzak kaldığımda Üniversitedeydim.. ama orda vakit çok daha çabuk geçiyordu... gene özlüyordum tabi ama o kadar kendini hissettirmiyordu belki de. yada yaş ilerledikçe farklı değerler buluyor insan hayatında bilmiyorum...

şimdi ben bu yazıyı okusam, bu kız açlıktan yemek komasına girmiş onun hayalıyle yasıyo kendinden geçmiş izlenimi yaratır bende de... ama aslında yemek hayatımızın çok büyük bir kısmı değil mi? en güzel anılarımızda yemek mutlaka yok mu? bütün sosyal programlar yemek üzerine kurulmaz mı? en güzel sohbetler akşam sofralarında yapılmaz mı?

çok değil, 1 aycık kaldı. yarısı bitti yarısı kaldı... 1 hafta sonra çoğu bitti azı kaldı diyebileceğim... sonra geriye sayımlar başlayacak...

herkese sevgiler...

25 Temmuz 2010 Pazar

hoşluklar peşi sıra bu ara...


ey ahali... sonunda bu hafta kendime geldim. neden diye merak edecek olanlara anlatıyorum:

1. Cuma günü Tenis hocam, asistanıyla birlikte burdan bir başka kişiye benle aynı anda ders ayarladığı için haliyle tanıştık. Adı Kamal, Hint asıllı Dubai'de yaşayan bir arkadaş. düzgün iyi bi çocuk, 2 hafta daha burda dolayısıyla en azından ilk defa burda bi arkadaş edinmiş oldum... ama tesadüfün böylesi, kendisi Babson'da okumuş ve ortak arkadaşımız çıktı : Sinan Seferoğlu. çok güldüm... neyse tenis de superdi.. raket aldım sonunda kendime. ayrıca bindiğimiz taksi de türk cıktı... Almanya'dayız tabi çok da anormal olmasa gerek. ama insan gene bi kendini iyi hissediyor, bir aidiyet bir evden sana selam getirdim havası oluyor tabi...

2. bu hafta sonu Überlingen'in en iyi hafta sonusu çünkü festival var. Cuma akşam başladı: bir yaşı geçmiş alman grup cover şarkılar söylüyor, fena değildi ama butun aksam yagmur yagdıgı icin katılım cok azdı. etrafta cadırlara barlar kurulmustu. ben yagmura ragmen gittim 1-2 saat muzik dinleyip dondum... gayet guzeldi. ama dun aksam sahane bi cover grup vardı en sevdiğim eski rock sarkılarını calıolardı. üstelik bi gece evvel tanıstıgım bi grup la da beraber takıldık oturduk eglendik yani... burdaki en guzel aksamdı dıyebılırım. bu aksam da oldies night var ki daha da guzel olacağa benziyor en azından benim için.

şimdi asıl komediye geliyorum: burası normalde saat gece 23.00'te kağıları kapıyor ve doktordan izinli night pass in yoksa içeri giremiyosun. ben tabi bunu unutup gece eve 1 de dondugum için kapı duvar kaldım. ne telefona bakan var ne kapıyı duyan.. delircektim. yarım saat kapının onunde kalakaldım. alımdan sabah 5.30'a kadar kapı onunde bi kuytuda uyumak bile gecıodu... Yeni arkadasım Kamal'in telefonu da yoktuki arayayım gelip kapıyı açsın... neyse sonra aklıma taksı duragını aramak geldı belkı bılıyolrdır alısıklardır dıye... taksıcı bana ne desın "ahahaahahah shame on you shaaame oon yoıuuu! ahahah" baya alay ettı herıf. neyse ben hallederım dedı adam... bundan 10 dk sonra da yatagından yenı kalkmıs bır nurse geldı kapıyı actı. kendımı yurttan kacan ogrencı gıbı hıssettım. kadın bana oda numaramı sordu fılan sankı yarın ceza yıyecekmısım gıbı... bende utana sıkıla ozur dıledım odama geldım ve uykuuu..

ekte festıvalın ılk gununden bır foto goreceksınız, dun aksam cekmeyı unuttum kendımı muzıge kaptırmısım... bu aksam yenılerını cekecegım...

21 Temmuz 2010 Çarşamba

town da bir başka gece...

bu aksamın menusu o kadar kotuydu ki burda yemek yerıne gene kaçtım towna indim. her zamanki yer, her zamanki menu : rumpstake with green salad on the side.. bu kez ancak barda yer vardı. tabı dayanamadım yarım bardak bol buzlu roze ile ufak bir kaçamak yaptım. bitirebildin mi derseniz nayn, ayıptır söylemesi vücudum öyle alışmışki organik sağlıklı yemeklere, 4. yudumdan sonra ufak bir buzz oluştu. hoşuma gitmedi değil ama mide kaldırmıyor tabi. kibarca hesabı ödeyip kalktım. netice:

güzel bir akşam yemeği 15 Euro
Bir kaç yudum güzel bir italyan roze si 3 Euro
taksi git gel 11 Euro
yaşanan mutluluk ve huzur : Priceless!

Me, likey...

18 Temmuz 2010 Pazar

beklentiler...

uzun zamandır yazmıyordum. yazacak birşey bulamıyordum belkide. günler burda hep aynı, çok fazla enteresan birşey olmuyor. arasıra bazı garipliklerle karşılaşmıyor değilim, mesela yeni gelen kadın'ın ingilizceyi zar zor konuşan garson kızcağıza 2 gün boyunca ingilizce kendisine özel peynir verişmesi gerektiğini, normalinin dokunduğunu anlatmaya çalışması ve 3. gün sular seller gibi almanca konuşması,ve o gunden berıde alman garsonla almanca anlasıyor olmaları... garip. Ya da mesela her sabah hemşireye kendini saat 7-8.30 arası gosterip tansiyonunu olcturtmezsen kendisinin seni arayıp cocuk azarlar gibi "neden gelmedin, yarın mutlaka gelmelisin!" diyor olması... garip. Ama bütün bunlardan daha garip olan şey, beklentilerimin çok daha altında bir performansla ilerliyor olmama rağmen, dönüşümde gelmek istediğim kiloya, fiziğe ulaşmamın çok mümkün olmadığını anlamış olamama ve bunun beni bir hayli üzmüş olmasına rağmen gene de burayı seviyor olmam.... garip. buranın sessizliğini seviyorum, sakinliğini, huzurunu. Alıştığım o hızlı, gürültülü, heyecan dolu bir o kadar da karmaşık, aynı zamanda eğlenceli hayattan çok farklı burası. odamın penceresinden göldeki yelkenlilerin birbirlerine çarpmadan nasıl ahenkle hareket ettiklerini seyredebiliyorum bazen dakikalarca, ya da her ogunumu tek basına bir masaya oturup yıyor olmama ragmen sıkılmadan pecetemı kucagıma koyup etrafıma bakarak huzurla getirecekleri bir sonraki tabagı bekleyebiliyorum sabırlı bir şekilde. Sanıyorum burasının bana kilo verdirmekten çok daha öte, gözle görülmeyen ama hayatımın burdan sonraki her adımında bana fayda saglayabilecek etkileri olacak. bunların ne olduklarını bugünden bulup yine bir beklenti içine girmektense, bunları yaşadıkça birer birer keşvedip tadını çıkarmayı ve her seferinde bana bu imkanı verenlere teşekkür ederek, her geçen günü değerlendirmeyi tercih ediyorum. burada alacağım tek karar bu olacak. diğer herşey günün getirdiği ayrıcalıklardan ibaret...

sevgiler.

13 Temmuz 2010 Salı

yurdum insanı gene iş başında...

Burada tek bir gürültülü topluluk var o da Türk aile ve onlardan bağımsız gene bir Türk kadın.

şu anda Buchinger hayatında ilk defa gürültü bağrış çağrışa şahit oluyor, o da burdaki Türk ailenin çocuklarının havuzda oyun oynaması, "anneee bababaa hadi siz de gelin" diye bahçenin öbür ucuna bağırması, bu aileden bağımsız adını bilmediğim diğer Türk kadının "cemreeeeeeeeeeeeeee nerdesiiiiiiin" diye balkonundan avazının çıktığı kadar bağırması...

Ama tabi, kim tutar bizi biz Türk'üz, söz dinlemez başımıza buyruk yaşarız, severiz ama pek saymayız, medeni geçiniriz ama medeniliğin kılık kıyafetten ibaret olduğunu sanarız...
bağırın yavrucuklarım sesinizin yettiği yere kadar bağırın çağırın, kim tutar sizi....Hoooppp!.

11 Temmuz 2010 Pazar

Neye niyet kime kısmet...

Dün, 15 günü ardından, ilk kez et yemeğe şehre indim... En güzel elbisem, en güzel sandaletlerimle, en romantik halimle filmlerden bir sahne yaşarcasına yürümeye başladım. Hedefte güzel br yerde oturup "yanlız, gizemli kadın" rolünü oynayacaktım. Belki bir gizemli prenste hangi diyardan geldiğimi merak edecek yanıma oturacaktı...(Çok fazla film seyretmenin zararları ders 1: gerçekle hayal dünyası arasında git geller yaşama...)
Önce bu sahne için "perfect setting" olacak restoranı bulmak için tüm townu bir kez dolaştım. Dünya kupası 3.lük maçı nedeniyle heryer epey kalabalıktı. Tüm restoranlar TV lerini açık alanlaa kurmuşlar, sanki açıkhava sinemaları sokağındaymış gibiydi heryer. Ozil formalarıyla almanlar en baş köşelerde yerlerini almışlardı. Tüm inceleme ve araştırmalarımın neticesinde kendime en uygun bulduğum, menüsünde de en güzelinden bir bonfile olan, göl kenarı bir cafeye, 4 kişilik küçük bir masaya garsonun yönlendirmesiyle tek başıma oturdum. Garson ingilizce anlamamasına rağmen çok iyi anlaştık. "A steak please, uuummm this here, see.. steak... and ummm nothing on the side, no patataoes, nothing, see I am on a diet, so pls only salad. small salad. light dressing, hmmm no oil... see? oh and aa diet coke, big, with ice...thanks.."adam gülümsedi. yemeğimi heyecanla beklerken filmlerde hele hele benim bu kafamda canlandırdığım sahnede olmayacak şey oldu. Bir ana-kız (Alman) yanıma yanaşıp sandalyeleri göstererek bişiler dedi, ben de sandalye boşmu diyer diye tahmin ederek yess dedim, meğer oturabilir miyiz diyormuş, bir anda benim romantik film setimde iki extra figuran oluşuverdi. biri sağıma biri solma oturdular geniş geniş... bu da yetmezmiş gibi bir de üstüne kendilerine oküz porsiyonu 2 adet mantarlı fettuchini söylemezler mi? ben orda milim mlim keserek bonfilemi yemekten sonsuz keyif almaya çalışıyorum, bitmesin diye uğraşıyorum, kadınlar onumda ağızlarından kreması aka aka makarna yiyorlar, bir de ortaya büyük kallavi bir salata. birer de kocaman bira... buzzz gibi... şapırdata şapırdata yiyorlar. çektiğim eziyeti bi ben bilirim birde halden anlayan zavallı garson. adamcağız yanıma gelim kaş gözle herşey yolunda mı diye sordu. bu saatten sonra yapacak birşey yok bu da yukardakinin bana bi testi heralde diyerek yemeğimi yemeye devam ettim. emekler boşa gitmesin diye tahminimden daha büyük gelen etimin bir kısmını tabağımda bırakarak, küçük ve acı bir espresso sonrasında olay yerinden uzaklaştım. biraz daha dolaştıktan sonra odama geri döndüm.

herşeye rağmen etimi yedim, diet kolamı içtim, rahatladım:) Aftermath : Goal achived minus one prince charming approaching the romantic, misterious girl from other lands.

P.S: Tabiki bütün bu hayaller çerçevesinde ortalıkta dolaşırken rastladığım, arka camında "Sivaslı 58" yazan ve içinde Hadisenin Düm Tek Tek adlı şarkısını bangır bangır çalan arabada gecemin tuzu biberi oldu. Ah memleketim ah...

9 Temmuz 2010 Cuma

Bodense / überlingen işte böyle birşey....

Überlingen şehri sahili
odamdan bir manzara
odamdan daha zoom bir manzara
überlingen sokakları
überlingen küçük iskele

8 Temmuz 2010 Perşembe

guilty by association!

Bugün cok onemli birseyi farkettim. Yemek yeme aliskanliklari kesinlikle yemek yerken yapilan aktivitelerle birebir tekerrur ediyor. ben sahsen, sabah kahvaltilarimi iste bilgisayar ekrani karsisinda, oylen yemeklerimi gene bilgisayar ekrani karsisinda, aksam yemeklerini de eger evdeysem tv karsisinda yerim hep. ayrica sokaga cikarsam dolasmaya alisverise mutlaka bi yerden bisi alirim eger aciktiysam, eve gidip yemeyi beklemem dogrusu (3 yanlisin 3 dogru goturdugu durumlar)

burda da en cok aclik hissettigim zamanlari hep aksamlari olarak belirlemistim, sebebinin de aksam az yemek yiyoruz diye dusunmustum ama dun farkettim ki, ben aksamlari odamda tv seyrediyorum, gunun geri kalaninda ise spor, aktivite, treatmentlar veya kitap okuma var. tv yok. Dun de town da gezmeye gittim, 2 saat dolastim kendimi bisey yemekten zar zor alikoydum, baktim olucak gibi degil aynen geri dondum riske atmadan.

demek istiyorumki, hayatta birbiriyle iliskilendirdigimiz Pavlov vari islevler muhakkak bilincaltindan bizlere cok ikna edici bir sesle bagiriyor. dolayisiyla eger bir aliskanligimizdan vazgecmemiz gerekiyorsa, o aliskanliga ortam saglayan diger faktorleri de dusunmeli ve hayat tarzimizda ona gore degisiklikler yapmaliyiz diye dusunuyorum. mesela sigara bile benim icin bu tarz bir aliskanlik. buraya geldigimden beri 1 tane bile icmedim icmek de istemedim cunku etrafimda icen yok, icki yok, mcdonalds gibi arkasindan canim sigara cekiyor diye hemen sigaraa cakmaga sarildigim yemekler yok... demekki bu aliskanliklarla zamaninda sigarayi iliskilendirmis ve ona gore kendimi programlamisim. en azindan ben oyle dusunuyorum. denemekten zarar cikmaz...

peki cozumu bulduk belki ama yapmasi kolay mi? ben acikcasi tersten gitme taraftariyim. yani fazla tikinmamak icin tv izlemeyi, gezmeyi kesmektense (bu kolay ve kisa yol olurdu) normal ogunlerimi mutlaka tvsiz, bilgisayarsiz ortamlarda yapmaya, eger alisveris / gezinti icin sokaga ciktiysam sadece ona konsantre olup araya yemek sikistirmamamaya ozen gostermeye calisacagim. bir muddet bu sekilde bir aliskanlik olusturursam eskisinden bir miktar da olsa kurtulabilirim diye dusunuyorum.

neyse denemesi bedava, umarim this is at least a beginning of a break through. arkasi yarin...

sevgiler...

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Bilgisayarim sizlere omur....

su anda sizlere, Buchinger'deki yegane bilgisayar olan, Q klavyenin yandan yemislisi bir PCden sesleniyorum. 2 gun once hersey gayet tikirindayken bir anda pufff, bilgisayar kitlendi ve bir anda gitti. tabi aninda istanbul sevgili Works ajansimiyin dahi IT cisi Barbaros arandi olan biten ve cikan isaretler tarif edildi ama oda gecmis olsun dedi.... buranin IT si de bakti... reaksion ayni... Benim Macbook'un diski sizlere omur. Ayni SATC de Carrie'ye oldugu gibi. icindekileri henuz backuplamistim dolayisiyla ona uzulmuorum ama bilgisayarsiy kalmak beni benden aldi. Neyseki yarin babam istanbul'dan naciyane kendi muhtesem bilgisayarini bana gondermeyi teklif etti... baya mutluyum cunku onda en yeni en muthis mac var... so everything happens for a reason dersem cok mu kotu olur?

neyse bu sebeple birkac gun yazi yazamayabilirim cunku taktir edersiniz ki bu ne klavyesi oldugu belli olmayan klavyede epey zorlaniyorum...

ama klucuk dipnot: tenis'e basladim ve de piano derslerine basladim yine yeniden:))))
operim.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

sanıyorum rezervlerimin bittiği an bu an

Evet ve beklenen an geldi. Açım...
henüz akşam yemeği yemiş olmama rağmen açım. Sanıyorum bugüne kadar, buraya gelmeden evvel özenle depoladığım rezervlerden kullanıp açlığı çok fazla hissetmiyorum. gelmeden önceki bir çok "last supper" mantığındaki burgerler, kekler pastalar sonunda tükendi. Bugün annemlerle skype yaparken bahsi geçti: burda hiç et yemiyoruz. yani 1 haftadır ne et, ne tavuk ne balık...ah şimdi bir filet de boeuf yanına patates kızartması istemez mi insanın canı? ama dayanıcaz yapıcak birşey yok. Daha çok var diye bakmaktansa bir haftası bitti bile diye bakmayı tercih ediyorum. it's all good.

Burda çok fazla olay olmuyor anlatılacak. en enteresan kısmı verdikleri yemekler, vermedikleri yemekler ve ikisi arasında sıkışıp kalan zavallı bizler. bunun dışında olay sessizlik sakinlik ve tabıkı huzurdan ibaret. No complaints there my friends...not like I was such a social butterfly back at home for the past few months... (neden ingilizce, I don't know)

Çok ilginç kurallar var, cep telefonu ile konuşmak odanızın dışında yasak. odadaykende camlar kapalı olmalı. total silence. heryerde de lütfen şushhhhunuzzzz posterleri var. sanki konuşunda kalori alıyoruz.

Ya da mesela resim atölyesine normal workshop saatleri dışında gidebiliyorsun anathar veriyorlar ama malzemeler dolaplarda kilitli. onun anahtarı verilmiyor.

Peki "doğru sauna kullanmanın" 2 saat sürdüğünü biliyormuydunuz? illustratif bir şekilde, dağıtılan kağıtlarda yazıyor. önce 15 dk oturun, sonra yatın, sonra zımbırtıya su dökün, sonra yatın, sonra bir daha dökün sonra oturun, sonra duş alın sonra bekleyin sonra çıkın: 2 saat... bana lütfen hayatı boyunca sadece bir kez bile olsa bu şekilde saunaya giren ve çıkan varsa buraya yazsın. çok merak ediyorum... kimin günde 2 saat sadece saunaya ayıracak vakti var ki ? hmmm galiba şu anda benim var. neyse. geçelim.

Burasının arap kaynadığını daha önce belirtmiştim. hepsi modern ortadoğulu arkadaşlar... idi... şu anda görebilidğim kadarıyla toplam 6 tane sıkma baş, 1 tane de yarım kapalı var. bugünkü öğlen yemeğinde kendimi Kabe'de hissettim. Herhangi bir politik veya dini bir yorum yazmak istemiyorum. Just stating the facts. gerisi sizin hayal gücünüze kalmış.

Yarın pazar... günüm bomboş... şehre inip bir gezeyim diyorum...değişiklik. Belki yelkenlisiyle beni bekleyen bir yakışıklı bulurum da gölde iki tur atarız. :))))


Gute Nacht, liebe Freunde...


1 Temmuz 2010 Perşembe

inhale, exhale...

Bugün hayatımın gelmiş geçmiş en sportif günüydü bence. sabah köründe kalktım sağlıklı yaşayan insanlar gibi. güzel bir kahvaltının ardından önce 25 dakika stretching, sonra 25 dk gymnastics sonra 25 dakika back stretching sonra 50 dakika thai massage ile stretching.... sonra bittimmm. ilk stretching dersinde aman kolaydır nolcak alttarafı esniyorsun diye girdim, sucuk olup cıktım, yetmedi sonrak, gym dersinde baya ayrobik yaptım... hani eskiden tv de mor tayt üstüne mavi mayolu sacında bantlı kadınların yaptırdığı cinsten. zıpla zıpla imanım gevredi, bi 2,5 ton ter de orda attıktan sonra dedim sırtım cok agrıyor bari sırt egzersizlerini de yapayım bitsin zaten sonra masajım var.  Fakat tabi birincisi hiç alışık değilim bu kadar yorulmaya, back stretchingde bir ara gözlerim kararıyordu, ama yılmadım her hareketi hakkını vererek yaptım. valla yaptım. ikincisi Thai massage sandığım gibi "oh yan gel yat biri de seni mıncıklasın rahatla" masajı değilmiş. yere mindere yatıyosun eşofmanlarında, adamın teki tüm vücuduyla senin üstüne çıkıp kolunu bacağını kırarcasına esneme hareketleri yapıyor. "canım acıyor" diyorsun "yess yess everybody hurts" diyor," ölüyorum be adam kill me now" diyorsun, "I know, its goood şöönnn şöönn" diyor... en son belimin üstünde yürürken allah dedim gitti bel, işin yoksa şimdi uğraş hastanelerle ameliyatla, kırıldı yani başka yolu yok....derken oturabilirsin dedi. o an sandımki bu sefer omuzlarımda amuda kalkacak adam. amaa onun yerine bir masaj yaptı omuzlara ve boynuma, yok böyle bişey, değermiş dedim kendi kendime ve kelebek gibi çıktım ordan...

bir farklılık daha bugün havaların güzel olması şerefine yemek açık büfe ve dışardaydı. "havalar 5 gündür 1800 derece anak bugün mü dank etti" diyecektim, atmasınlar beni burdan diye sustum. fakat rejim yapmaya çalışan insanlar için açık büfe baya bi challenge. ilk önce kibar olayım dedim ilk tabaga salatalardan koydum, kibar kibar yedim. ama gözüm patateste krepte. planda ikinci tabakta da salataya yuklenıp dıgerlerınden de tepeleme bir kucuk dagcık olusturup son 5 gunun acısını cıkartmaktı kiiii, tam sinsice sıraya gırdım doktor kadın şöyle dedi" tabagınızın yarısı sebze yarısı diğer yemeklerden olacak, eğer sebzeleri yediyseniz sadece bir parça krep alın!" şimdi, patates sebzemii değil mi? ay bir de beni kreplere doğru yönlendirmez mi, kaçtı patatesler. yoktu öbür tabağımda patates frolayn diycem ama korktum tabi helgadan, krepe razı geldim. krep dediğim de kepekli krep içi salatalık. ama ne yalan söyleyeyim güzeldi, afiyetle de yedim. bir iki 90 yaşında arkadaş da edindim o esnada (masa paylaşmaca). 
Sonra da doktor randevum vardı. test sonuçlarım gelmiş. hepsi gayet iyi dedi. sadece sanıyorum buraya gelmeden önce son 3 gün şekere dayanmışsın dedi. adam münecim... nerden bildi benim yediğim starbucks berlinerleri, kekleri muffinleri... tabi rezerv yapmak lazım açlık geliyor içgüdüsüyle son 2 gün ne bulursam yedim. Bunu da burda itiraf ediyorum baylar bayanlar. "benim adım zeynep karabeyoğlu ve ben bol kalorili birşey görümmü affetmem."

bütün bunların dışında iyiyim, biraz baş ağrısı çekiyorum ki normal diyorlar, geceleri de zor uyuyorum ama genel anlamda iyiyim. Durmak yok yola devam...:) (ha evet kilo da veriyorum pek şahane şekilde izninizle)