26 Ağustos 2010 Perşembe

I did it My Way...

And now the end is near
And so I face the final curtain
My friend I'll say it clear
I'll state my case of which I'm certain

I've lived a life that's full
I traveled each and every highway
And more, much more than this
I did it my way

Regrets I've had a few
But then again too few to mention
I did what I had to do
And saw it through without exemption

I planned each charted course
Each careful step along the byway
And more, much more than this
I did it my way

Yes there were times I'm sure you knew
When I bit off more than I could chew
But through it all when there was doubt
I ate it up and spit it out, I faced it all
And I stood tall and did it my way

I've loved, I've laughed and cried
I've had my fill, my share of losing
And now as tears subside
I find it all so amusing

To think I did all that
And may I say not in a shy way
Oh no, oh no, not me
I did it my way

For what is a man what has he got
If not himself then he has not
To say the things he truly feels
And not the words of one who kneels
The record shows I took the blows
And did it my way

Yes it was my way

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Writer's block

son günlere geldikçe yazacak birşey de bulamıyorum...gün sayıyorum, dakika sayıyorum ama yazacak birşey bulamıyorum.

Bu aralar 50'lerin 60'ların müziklerine sardım onları dinleyip ozamanlarda olmanın nasıl birşey olabileceğini düşünüp duruyorum..Johnny Cashler, wylon jenningsler, The Beatles, Roy Orbisonlar, Elvis ve niceleri hepsi o zamanlarda çıkmışlar ortaya ve müzik dünyasında bir çığır açmışlar. Hayatları hepsinin ayrı ayrı enteresan... hepsi bir arada ama hepsinde ayrı bir macera, bir hikaye... bilmiyorum neden çok etkilendim o zamanların dünyasından...bu aralar sadece bunu düşünüyorum...

Belki bir de dönünce hayatımda ne gibi değişiklikler yapacağımı...

Bazen de ne kadar şanslı olduğumu...

Dün bir kadıncağızla tanıştım burda. Mareka. Yunan asıllı ama Londra'da yaşıyor gençliğinden beri. Kadın'ın bir hayat hikayesi var ki Hollywood screenwrites halt etmiş. Ve bugün, onca şeyi yaşadıktan sonra Mareka hala burda ve bunları bize esprili bir şekilde anlatmayı başarıyorsa, zor hayat değil zayıf insan vardır demek geliyor içimden. (Doğal felaketler, açlık, sefalet gibi forcemajeur şeylerden değil özel hayatın getirdiği zorluklardan bahsediyorum aslında)

kadın 19 yaşında evlenmiş. Kendi ozamanlar aktris ve mankenmiş. çok güzel bir kadınmış. kocası da zamanının en beğenilen önemli kişilerinden biriymiş. Adam Marekanın peşinden aylarca koşmuş sonunda evlenmeye ikna etmiş. Hatta kendini 6. kattan atmayı bile göze almış Mareka için. fakat kısa bir süre sonra kadına çok kötü davranmaya başlamış. yeri geldiğinde dövmüş, zaman zaman aşağılamış küçük düşürmüş arkadaşlarının önünde. Fakat bir yandan da kadının gitmesine izin vermiyormuş. Manipulasyon olayı. ama bütün bunlardan daha vahimi, adamın 30 sene sonra ortaya ancak çıkan büyük bir sırrı varmış. Adam hem homoseksuelmiş hem de Pedofil...15 yaşındaki boyfriendine Marekanın sahne kostümlerini, mücevherlerini, peruklarını çalıp giydiriyormuş, hediye ediyormuş, akşam eve geldiğinde de erkekliğini ıspatlamak için kadını abuse ediyormuş. hatta bir ara bir psikolog ayarlayıp kadına şizofren ilaçları aldırtıp azkalsın ölümüne sebep oluyormuş. bütün bunlar ortaya çıktığında ve kanıtlandığında da kadının kapısında ağlayıp özür dileyip onu geri alması için yalvarmış. Meğer çocukluğunda babası tarafından tacize uğramış adam defalarca...

Mareka bugün tam 9 senedir ayrı kocasından ama henüz boşanmayı finalize edememişler. heyecanla onu bekliyor, özgürlüğünü istiyor. Ama buralara gelmiş, kendine bakmaya, kendini iyi hissetmeye, hayatın 50 sinden 60 ından sonra da devam ediyor olduğunu ıspatlamaya. Bütün bunları gülerek anlatıyordu dün... nasılsa geçt kurtuldum hayattayım atlattım diyor. artık beni daha fazla üzmesine gerek yok diyor. Taktir ettim. Güçlü kadınmış. Şimdi kafadan kontak havası var ama o da onun survival gear ı olsa gerek. Yadırganamaz.

Şimdi hayatını bir ghost writer bulup kağıda dökmek sonra da filme dönüştürmek istiyor. umarım başarır.

işte dün de bunu düşündüm...

Bugün, yarın ne getirir bilinmez. ama gelecek olan herneyse göreceği de var orası kesin.

.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Sevgili Güzin Abla

Sevgili Güzin Abla,

Neredeyse iki aydır Almanya'nın Überlingen köyündeyim. Evimi ailemi arkadaşlarımı çok özledim. Ama daha da ötesi yemek yemeyi çok özledim fakat burdaki gestapolar izin vermiyor. sence ne yapmalıyım?

Rumuz : Çaresiz.

Sevgili Güzin Abla,

Burada zırt pırt odaya gelip onu bunu bırakan nurse ler yüzünden bi güzel gündüz uykusu çekemiyorum. Artık sinir katsayım da mevsim normallerinin üstünde olduğundan elimden bir kaza çıkıp bir tanesini harcayacağımdan korkuyorum. Sence ne yapmalıyım?

Rumuz : Korkulu.

Sevgili Güzin Abla,

İnternetten indirdiğim filmler bitti, getirdiğim dvd ler bitti, burdan aldıklarım da bitti. TV de de arap ve alman kanalları var. Seyredecek birşey bulmakta zorlanıyorum. Ne yapsam yeridir?

Rumuz : TV freak.

Sevgili Güzin (artık samimi olduk sayılır, abla abiyi bir kenara bırakabiliriz)

sen gerçekten var mısın? hani yazıyorum yazıyorum ama pek bi yere varamıyoruz gibi geliyor bana. Kaç yaşındasın mesela, nerde oturuyosun? seni kim psikolojik otorite yaptı? hayır yani nerden çıktın nereye gittin nerde kaldın? Bilmek istiyorum. biraz da en anlat, sorunların var mı?

Rumuz : bir dost.

12 Ağustos 2010 Perşembe

yıkılmadım hayattayım...

Hayır, Mahsun Kırmızıgül şarkısı mırıldanmıyorum. "Fasting" programının ilk gününün sonunda hala hayattayım demek istiyorum.

Az önce akşam yemeğimi içtim. İçtim diyorum çünkü taktir edersiniz ki bu programda sadece sıvı tüketimi mevcut. Menü: Sebze çorbası. ( tanesiz tabiki, minestrone değil yani yanlış anlaşılmalar olmasın, ahh minestrone çorbası....off nasıl iyi giderdi şimdi...)Ablam çok iyi bilir, her bir lokantaya gidişimizde yurt dışında özellikle, "what is the soup of the day?" demeden menüye bakmam... Ailemin baba tarafının özelliğidir. Yemek öncesi çorba.. hmmm nefis. Dolayısıyla bu akşam yemeği çorba olayı benim için çok da kötü değil. en azından lezzetli geliyor. Eh miktara da alışacağım tahminen bir iki güne. 36 saat diyor herkes. hemen alışıyormuş vücut. Fakat tabi bende hafiiif baş ağrıları filan başlar oldu gibi şu dakikalarda. akşam erkenden güzel bir uykı çekersem bu günü de sağsalim atlatmış olacağız.

Aslında durum o kadar da vahim değil. Bugün güzel bir gündü hatta. Dünyanın çok küçük olduğunu kanıtlarcasına, bugün tanıştığım bir kız, Mısır'da Beymen'in buyerlarından biri çıktı. E benim kuzen Leyla da burda aynı işi yapıyor diye atladım ben hemen tabi. Henüz tanışmamışlar ama Leyla'nın ekibini çok iyi tanıyor dolayısıyla bana da "dünya ne küçük" demek yakışıyor. Kızcağız bana bir sürü de film verdi seyretmem için hardiskle... yaşasın, bir kaç günün filmi daha hazır beni bekliyor.

Yazacak fazla enteresan birşey yok bugün malesef. Eve dönmeye çok az kaldı. Çoğu çoktan bitti. Azın da azı kaldı...tam 16 gün sonra ordayım. Havaalanından geldiğim gibi Lucca'ya atacağım tabiki kendimi şüphesiz. bi sosyalleşmek bi insan içine çıkmak lazım. Burda göle karşı boş boş bakmak bir yere kadar. Öküz bile bir süre sonra trene bakmaktan sıkılıp otlamaya gidiyor. kaos özledim, trafik özledim, temiz havanın fazlası zarar bence biraz şehir havası özledim, gürültü patırtı özledim... Ayağımn tozuyla bi özlem gidereyim sonra tekrar "İstanbul şartlarında nasıl Zen olunur?" konulu çalışmalarıma başlayacağım. Önerileri olanların önerilerine de açığım.

Sevgiler...

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Fasting here I come...isn't timing ironic however?

Başlıklarım neden hep ingilizce bunu ben bilemem. Siz de bilemezsiniz. Kimse bilemez. O yüzden sorgulamaktansa "bırrrak dağınık kalsınnnn" havasında, öyleyse öyle tadında, ne yapıyorsa yapsın demek en doğrusu olur şimdiden uyarayım. Delidir ne yapsa yeridir de denilebilir.

Gelelim fasulyenin faydalarına.
Bugün Fasting'e başlıyorum. buralara kadar gelipte buranın en muhim treatmentını denemeden döneceğimi sanmadınız heralde? Valla ne yalan söyleyeyim ben sandım. düne kadar hiç niyetim yoktu. Sonra birden ne olduysa oldu...karar verdim.

Program şöyle gidecek eğer ben yarı yolda ayılıp bayılmazsam, açlık siniriyle elimden bir kaza çıkmazsa veya benzeri durumlar olmazsa...

Bugün meyve günü. sabahtan akşama her öğün koca bir tabak meyve. sadece meyve. ama koca bi tabak hakkaten. mesela öğlen yemeğimi sayayım sizlere: 2 dilim ananas, 2 dilim karpuz ( kucuk dilim tabi üçgen... bizimkiler gibi koca karpuzun koca dilimi değil. ) bir incir, bir kocaman salkım siyah üzüm. (toplam tane adedi ben diyeyim 20 siz deyin 30) bir koca mor erik ve bir kaç ufak cranberry (cranberry yaban mersinimidir öyleyse blueberry nedir tartışmasını burada açmıyorum konu çok uzar). Sabahki de buna benzer birşeydi. akşamda aynısından olacak...veee...yarın büyük gün.

Sabah kahvaltısı : çay
Öğle yemeği : meyve suyu taze sıkılmış.
Akşam yemeği : bir tabak çorba.

aralarda yoğurt ve bal var.

kısmetse bundan sonraki 9 günüm bu şekilde sıvı tüketimle geçecek. sonraki 4 gün de re-feeding period yani katı yemeklere başlama alıştırmaları, ufk ufak katımsı çorbalarla başlayıp patatesle devam eden bi menü olacak. sonra kalıyor 3-4 günüm. orda da bugüne kadar yaptığım gibi yapıp sonrasında vatana dönüş söz konusu...

valla benim için heyecan dorukta. artık sinir katsayım kaç olur, yorgunluktan yatakta tuvalete giderken bile yarı yolda uykuya mı dalarım ( tuvaletle yatagımın arasında 1,5 metre var.), yok efendim aptallaşırım söylenilenleri mi anlamam orası bilinmez ama ne demiş bilirkişiler;

"bindik bir alamete, gedeyoz gıyamete."

Hayatımda ramazanda bir gün dahi oruç tutmamış olan bir zat olarak, bu ay çerçevesinde Almanyalarda zayıflama ve sağlıklı yaşam uğruna bir başka çeşit oruça başkoyan yazarınız Zeynep'ten sevgilerle...

9 Ağustos 2010 Pazartesi

I am sailing..across the...upppps... the lake.


Öncelikle blogumu sadık bir şekilde takip edenler için, dünkü "of ne yapsam" bulmacasının neticesi iTunes'u düzenlemek ve nintendo supermario oynamak oldu. iTunes'un yarısı bile bitemedi, supermarioda 2. world geçilemedi ve birde bakmışım ki gün bitivermiş...

Bugün ise güzel bir gündü diyebilirim. Saat 1.30 la 6 arası "Sailing" programı var katılmak isteyenler sabah erkenden başvursun diyen notu görünce bi heyecanlandım tabi... saat 1.30 da buluşma yerine gittim. tabi ben kendimi kaptırmışım sanki yılların yelkencisiyim, üstümde şortumsu bi eşofman, supergalar, t shirt, kapuşonlu sweat-shirt, bele bağlanan yağmurluk, gözlüker ve ipod... hazırım..Fakat ekip öyle değil tabi. katılımcılar yaşca tabi bana oranla epey "olgun". hani vardır ya, şehrin beyefendisi, kafasında şapkası, boynunda fuları, o amca da vardı. ya da mahallenin delisi, koca hasır şapkası, sırtında çantası ama evde onu bekleyen 5 torun torunu...Öyle bir ekip gittik tekneye. Tekne ahşap taklidi yapan, epey eski ama görünürde çok sempatik olan bir yelkenli. çok büyük değil, küçük de değil tahminen 14 metre civarı. tek direk.

Neyse meğer herhangi bir training durumu yokmuş, keyfe gelmişiz. ben de taktım ipodumu, gittim buruna ruzgara karşı yatıcam tam... pek rüzgar olmadığı ve bizim motorla gittiğimiz belli olunca ufak bir hayal kırıklığıyla oturdum oturacağım yerde.. bir saat sonra filan bi heyecanla koşuşturma başladı. teknenin sahibi amca "rüzgar cıktı davranın" dercesine yelkenlere sarıldı. önce ana direk (mendirek midir nedir adı valla bilmiyorum main direk??? ) sonra o öndeki 2 den bir tanesini de açtı... başladık yatmaya kenara doğru.. off keyifse keyif...güneşte tepemizde. gölün etrafında turlamaya başladık. fakat rüzgar durur motor gerekir benzin harcanır paracıklar gider korkusuylamıdır nedir koca gölü turlamak yerine olduğumuz yerde ufak gitgeller yaparak geçti koskoca 4 saat. ama bana o da yetti. bi keyiflendim, bi huzur doldu içime. abiler ablalar de memnun kaldı besbelli ama almancam yok hala anlayamıyorum ne diyolar...

şu anda yatağıma oturmuş sallanıyorum. en sevdiğim kısmı da bu. tekne gezisinden sonraki akşam mışıl mışıl beşikte sallanır gibi uyumak...

yarın ise buranın standartlarına göre sıradan bi gün, biraz spor, biraz terapi, bi tenis, bi doktorla randevu bitti tamamdır.

durumlar böyle sevgili dostlar. yeni bir hikayeye kadar sağlıcakla kalınız...

8 Ağustos 2010 Pazar

üşengeçlik diz boyu

Saatler, günler geçsin diye yapılacak onca şey varken, üşenmek, hiç birşey yapmamak ve tabi hiç birşey yapılmadığı içinde can sıkıntısından bayılma durumları...Bir kaç gündür durum böyle olunca, yapılabilecekler listesini tekrar gözden geçireyim dedim. belki birşeyler gözümden kaçmıştır:

1. itunes yeniden düzenle, isimsiz şarkıları isimlendir. iki farklı itunes'u birleştir "the ultimate" liste yap, playlistler oluştur... : şimdii... hadi bunu yapmak keyifli. ya sonra? bütün bunları yükleyecek kapastede bir ipod lazım. benim 16 GB ya 4000 sarkı sığmiii... bu bahaneyle yenisini de almaya kıyamıyiii...bu bahaneyle bu çalışmadan vazgeçiii..

2. resim yap : yapacak konu bulunamamakta. bulunsada beğenilememekte. beğenilse de kesin zordur becerilemeyecektir diye düşünülmekte...

3. e git biraz piano çal aaaa : yok ben almayayım. tıngır tıngır, sonra millet gelio ne çalıyorsun diye bakıyo, gel de anlat, eskiden çok iyi çalardım yada çalarmışım ya da galiba çalıyordum ama hatırlayamıyorum eskisi kadar da kolay gelmiyor. şimdi yeniden başladım... açıklaması, çalmasından da sıkıcı.


4. film seyret... onu zaten yapıyorum sürekli, bu listede olmasına gerek yok. default.

5. spora git : eh iki gundur hastayım spor yassaaaaaak. anca yarın eger ıylesırsem. geciniz.

6. odayı topla : giderken zaten mecburen toplıycam sımdı nasısa gene dagılacak neden toplayayım?

7. kitap oku : yok, ı ıhhh istemedim.

bu listeler booyle gider, bahaneler hiiç bitmez... sorun yapılacak şey bulamamakta değil, asıl yapmayı istediğini yapamayınca küsen çocuk olmakta. E hani büyümüştünüz hanfendi? 30 yaş ayakları falan? noooooldu???

ben iki silkelenip kendime geleyim...daha sonra vaktimi nasıl değerlendirdiğimi giriş gelişme sonuç olarak anlatacağım.