21 Eylül 2011 Çarşamba

Maçtaki kadın portresi



Ben de ordaydım. Fenerbahçeyi yalnız bırakmayanlardandım. Anlatılmaz yaşanır diycem ama bir daha böyle bir sahne görmek mümkün olmayabilir, ben en iyisi anlatayım.

giderken müthiş trafik....taksici allahtan Fenerbahçeliydi de Selinle beni yolda bırakmadı, stada kadar gittik, sonra pes ettik indik...inmez olaydık. böyle bir kalabalık görülmemiştir heralde. kalabalığın içinde ayaklarım havada gittim belirli zamanlar, kadınlarımız maşallah erkeklerden beter... konuşmalar şu şekil:
"çekil yaa ayağıma basıyosun!"
"itmeyiiin itmeyin çocuk var ezildi çocuk itmeyin"
"-ne biçin kadınsınız hayvan mısınız?" "- sen kadın diil misin sen de itme!"
"polis bey yardım edin geçemiyorum, ay uhhh offf!"...


daha neleeeer neler...

neyse sağa sağlam vardık arka tarafa, çok şükür 1907'den giricez, kuyruk yok, (eniştem sağolsun).
kapıda kocalarıyla, sevgilileriyle abileriyle babalaryla ayrılan kız kısmızı heyecanlı, arkasına bile bakmadan tribunlere koşuyor, geride kalan kaldırım serçeleri üzgün, buruk, onlar da orda olmak istiyor...Benim sevgilim de buruk...ben gittim o kaldı...ama sürekl haberleşicez içeriden fotoğraflar yollayacağım. sözleştik.

yerimize çıktık, bir baktık herkes birinin yerine oturmuş eh bizde çöktük ilk bulduğumuz yere, kadınız ya kibarız. biri gelip kaldırırsa da tatlı dille anlaşırız.

önümzde ekranlar var, oley, ofsaytı anlamazsak ekrandan destek alırız. yanımızdaki hanfendi süper, işten çıkmış topuklularyla anca yetişmiş ama belli buraların adamı, kocası belliki localı. rahat. kazanacağız diyor. hemen kaynaşıyoruz. kardeşiz ya hepimiz...

tezahüratlar başlıyor. mikrofondaki arkadaş bizi yönlendirmeye çalışıyor ama nafile:

"şimdi siz sarı diyceksiniz migros lacivert, sonra siz tekrar sarı demeyeceksiniz diğer tribun şampiyon diycek en son tribunde fenerbahçe!..

biz ne yapıyoruz: sarı-lacivert, hoop sarı-lacivert. yok bi türlü olmuyor. gülüyoruz deniyoruz gene olmuyor. koordinasyon sıfır. ama neşemiz yerinde. bir ara yanımdakilerle diet muhabbeti bile dönüyor "ay ben de yaptım o diyeti valla 4,5 kilo verdim 2 haftada!"....

maç başlıyor, tabiki her maç bilmeyen gibi "ay bu ne mahalle maçı gibi " diyoruz, "olum ne yapıyorsuun aaaaaa" diyoruz... heyecanlanıyoruz ama yokki yanımızda bi delikanlı bize nerde itiraz edeceğimizi söyleyecek. futursuzca bağırıyoruz. ama eğleniyoruz be kıııızz... valla.

yanımdaki kadın bi ara kendinden geçiyor "napıyosun g.. oglanı bilica! sonra da utanıyor. herkes duydu mu acaba diye... 1907 sessiz...

golde birbirine sevinç çığlıkları atan, rakip takım topa sahipken yuhalama /çığlık atmalarıyla seslerini tüketen, maç sonuna doğrutezahuratları iyice öğrenen bu taraftar, en son verilmeyen gollesarsılıyor ama kalabalığa kalmama çabasıyla kendisini bir an önce, lise günlerindeki gibi kapılarda bekleyen eşlerine, abilerine, babalarına kavuşmak adına dışarı atıyor.

macera bitti. yaşadığım en güzel anlardan biriydi. iyiki gitmişim, iyiki Fenerbahçeliyim.

söylemeden edemeyeceğim... ey o önümdeki maç sırasında "öyle bir geçer zamanki" seyreden kadın, sana tek bir lafım olacak:

"olmaz!"

13 Temmuz 2011 Çarşamba

şu hayatıma bir de Bon Jovi Konseri sığdırdım ya...



Bon Jovi konseri hayatın bazı gerçekleri...

- Botox yuzyılın en iyi icadıdır.

- konseri en önden izlemek için ne kadar erken gidersen git, illa en ön, en ortayı senden önce kapacak, senden de önce oraya gitmiş birileri olacaktır.

- Bir çılgın BJ hayranı genç asla "size butun aksam yemeklerinizi içeceklerinizi ısmarlayayım ama nolur 2 m sağa kayın biz oraya doğru girelim ortaya daha yakın olalım" rüşvetine, ne kadar aç da olsa evet demez.

- Bira görüntüsünde, Efes Pilsen Bira bardaklarının içinde konser alanında satılan bira bira değil alkolsuz "root beer" tadında çakma biradır. bira sanar alırsınız sonra aldığınızla kalırsınız ve yeni yönetmeliği hatırlar bi güzel bayramlık küfür edersiniz. sonra da içmeyeyim zaten tuvaletim gelir diyerek kendinizi avutursunuz.

- her ne kadar konser esnasında grubun klavyecisiyle kesişsenizde, size doğru göz kırpışlarını yakalasanız da, "herkes Jon hastası ben de bari David'e yönelim beni belki farkeder" taktiğiyle avazınız çıktığı kadar "Daviiiiiiiiiddd" diye bağırdığınızı gördüğüne yemin etseniz de,neredeyse kalkıp sizi elinden tutacak sahneye cıkaracak gibi gelse de, inanın bana, ne sahneye cıkartılırsınız, ne de ordan aldığınız çakma kovboy şapkasını" this is for you David" diye bağırarak sahneye attığınızda, kendisi bi zahmet yerinden kalkıp alır. Onun yerine, konser bitiminde kabloları toplayan adamcağızlardan birisine nasip olur o şapka siz de g.t gibi kalıverirsiniz. (sütyen atsam alır mıydı acaba?)

- koskoca açık alanı dolduran ayaktaki kalabalığın içinde illaki bir topuklu ayakkabı giymiş bi kro görüp bi güzel küfür eder kendinizle bir kez daha gurur duyarsınız.

- kısa boylu olduğunuzu bu günlerde anlarsınız. Yemediğiniz saç, koklamadığınız ter kokusu kalmamıştır. (Gerçi biz en öndeydik ayıptır söylemesi ama kokunun önüne geçemedik. sağdan soldan vurdular. gencecik insanlar. ben hakkaten anlamıyorum.)

- Konser boyunca eh en önde de olunca haliyle kamera hep sizi çekiyor zanneder, sonra yayınlanan tüm videolarda kendinizi ararsınız...ama asla bulamazsınız, belki bazen bulmuş gibi yaparsınız.

Bakınız şekil 1A. aha ordaki benim. yani kalitesinden çok anlaşılmıyor ama benim. gerçekten.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Nasıl pastoral oldum?


Bir önceki yazımı okuyup "beni nasıl unutursun, ben ki seni ne hallerden bu hallere getiren arkadasın" diyen Althia arkadasıma itafen yazıyorum bu yazıyı...

Sene çoook eskiden. henüz cep telefonları yeni çıkmış, twin towers yıkılmamış, Tayyip başa gelmemiş, iconcan nedir bilinmezken, ablam babam ben, annem seyahatteyken köpek almaya heves ettik, emrivaki yapacağız ya, çok çakalız ya... araştırdık baktık gazete ilanlarına, bir küçük st. Bernard yavrusu ev arıyor... düştük yollara, kardeşlerinin arasından en yaramaz olanını attık arabaya aldık eve getirdik. babam bi heves içine benim sığacağım (şimdiki halimle) bir kulübe yapmıştı o zaman. Site ahalisi yeni bebeğimizi görmeye geldi, Demir amcamız da adı BOBO olsun dedi...ve bir macera başladı. Macera başlamasına başladı da köpekten hiç anlamayan bir aile olarak biz, köpek bakmayı bahçede koşsun, aradı sulansın serinlersin, her öğün besinleri yerinde maması önünde olsun, arada taransız aşıları olsun, eh bazen de sevilsin okşansından ibaret zannediyorduk. itiraf edeyim ben şahsen bu kadarını bile yapmadım. daha çok ablam ve babam ilgilendi. bana sorsanız dünyanın en şeker köpeğiydi. ama ne aşısı yapıldı, kilosu kaçtı, dişleri ne zamançıktı, kakasını nereye yapardı bilmiyorum, o zamanda bilmezdim. zaten bir süre sonra USA'ya universiteye gittim iyice olaydan koptum. bugün geriye dönüp baktığımda "benim bir köpeğim vardı" derken bile içim cız ediyor. BOBO 11 yaşında uyutulmak zorunda kaldı. hastalandı, yaralandı, iyileşmez dediler, uyutuldu. Bugünkü aklım olsa diyorum, kendime çoooook kızıyorum...

Hayat bana bu konuda bir şans daha vermek için kolları sıvamış meğer. Köpeklerle pek anlaşamayan bendenize en yakın arkadaşlarımdan biri olan nam-ı değer Althia hanımefendinin Teyzemin "şam şeytanı" olarak adlandırdığı Jack Russel "marka" köpeği ile aynı evde yaşamak nasip oldu. 3 kız + 1 köpek şeklinde Ulus'taki dairemizde 2 sene oturduk. bu iki sene içerisinde, köpek hırladığı için korkudan kendi evime giremediğim oldu, saatlerde kanepenin üstünde ayakta köpeğimizin asıl sahibinin (Althia) eve gelip kendisini bir şekilde yatıştırmasını beklediğim oldu, evi su bastığında, babamın "ben belediyemiyim belediyeyi ara" dediğinde "Igby hadi oğlum yala şı suları da yardım et" diyerek kendisini kullanmaya çalıştığımız günler bile oldu.

bazı geceler Igby benim yanımda uyurdu, Althia ise (Althia demekten sıkıldım, Emine gerçek ismi) Emine kapımda bekler "igby gel hadi" der, gelmeyince kıskanır sinirlenirdi ben de dalga geçerdim. ama büyük dalga geçerdim. bazen köpekle sanki insanmış gibi konuşurdu hatta kızdığı zaman" anladın mı? anladın mı diyorum sana, cevap versene!!" diye bağırırdı allah allah derdim hakkaten cevap vereceğini düşünmüyor heralde.

bütün bunlar olmuşken, bendeniz sokakta köğek görünce yan kaldırımdan yürürken, bakınız ne oldu? bir anda köpekler en yakın dostum oldu, barınaklara gittim yardımlar yaptırmaya başladım (küçük çapta da olsa), barınaktan köpek sahiplendim ve bugün Marni Hanımefendiye annelik yapıyorum. üstelik ben de dakikalarca kendisiyle sohbet ederken buluyorum kendimi bazen. her seferinde Emine aklıma geliyor.

yaş sebebiyle annelik hormonları mı konuşuyor dersiniz, zaman herşeyin ilacıdır mı, yoksa Emine sana büyü yapmış kızım mı dersiniz bilemem ama, bendeki değişiklik akıllara zarar... herkese tavsiye ederim, darısı köpek sahibi olmayan arkadaşlarımın başına!

Not : lütfen Petshop'tan almayın, barınaktan sahiplenin. barınak yavrucukları da en az cins köpekler kadar şeker, üstelik sokak köpeği genleri sebebiyle de çok akıllılar.

Bir Not Daha: Fotoğraftaki Igby. BOBO'nun fotosunu dijital olarak bulamadım henğz. bulunca tanıştıracağım sizi...

4 Temmuz 2011 Pazartesi

ismi sizi yanıltmasın...


Daha önce Buchinger'deki zayıflama maceralarımı anlatmak için bir blog açmıştım. zeynepalmanyada.blogspot.com. daha sonra o surec bitti ama ben yazmaya devam etmek istedim. sitenin adı yuzunden cok tuhaf bır durum oldu, bıraktım.

Şimdi yeni kopegim Marni ile olan maceralarımı anlatmak istiyorum ama bu kez, başıma başka işler gelir, anlatmam gerekir diye öngörülü olayım, blogumun adını ona göre koyayım dedim.

Gelelim konumuza...

Adı Marni. Kendisi mixed bir sokak köpeği (a.k.a Sokö cinsi). Beykoz barınağından 30 Nisan 2011 de 3,5 aylıkken kucağıma geldi. Bana göre Marni o gün doğdu.

Pireleri vardı, kenesi vardı. arabada 2 kere üstüme kustu. Ama o kadar şekerdi ki, pireleri tek tek ayıkladım, keneyi itinayla söktüm. yıkattım cilalattım, pamuk gibi oldu kendine geldi. İsim annesi Leyla. Marni dedi, tamamdır dedim. Hanfendiye yakışan ismi de bulduk.

Marni o günden bugüne bir çok macera yaşadık. Daha henüz bebek hayatına 2 ciddi hastalık , 1 adet bebek parkında koca bir başka sahipsiz sokö'ye yem olma tehlikesi atlattı. hastalıkları sağolsun Veterinerium özenle ve sabırla kovdu. Bebek parkı macerasına gelince hiç sormayın. tek şahidi Ablam hala beni gorunce gülmeye başlıyor...kısaca anlatmak gerekirse, tasmayla yurumeyı o sıra henuz ogrenmemıs bır adet 3,5 aylık kopek, bebek parkında sakin bir edayla yerde yatarken, karsıdan gelen kocaman bır kopek tarafından meydan okununca aslan kesılıp hamle yapması, bunu goren bendenizin bankın ustunden cımlere dogru marni'yi yakalamak amaclı ucmam (gercekten Hazerfen Çelebi gibi uçtum), yere çakılmam, Marni'nin kollarımın arasından kaçması, ikinci bir atakla yerden patinaj çekerek kalkıp marniyi yakalamam ve olay yerinden uzaklaşmam... bilanço : bacakların her iksiinde de morluklar, dizlerde sıyrıklar, kolda yaralar ( yanlış anlaşılma olmasın Marni'ye bişi olmadı, kurban bendeniz.)

Hadi bu iyi hoş, olabilir insalık hali. Peki ya dün (pazar gezmesi) Lucca'da Marni'yi masaya bağlı unutuğ arabaya binmem ( gitmek üzere) ve Lucca'daki herkesin bana "köpekkk köpeği unuttunuzzz" diye bağırması. rezil olmam ve Marni'nin bana masanın altından küçük küçük "napıyorsun be kadın" edasıyla bakması...

Aslında yazmaya biraz geç başladım. Çok fazla hikaye var yazacak ama ilk sayıdan sizleri sıkmak istemiyorum o yüzden bazı hikayeleri 2. 3. sayılara saklıyorum...

Gelecek sayılardan preview lar:

Marni'nin eğitim maceraları (zeynep'in okula dönüşü olarak da adlandırabiliriz.)
Apartmandaki kötü kokunun sizden (köpek yüzünden) geldiği anlaşılmasın diye yapılması gerekenler.
Tasmayla yürümeyen köpeğe ne denir?
Barınaklar...


Şimdi izninizle, eve gidip biraz çiş ve kaka temizleyeceğim. Ahhh La Vie Est Belle!

Zeynep